PSİKOLOJİYE GİRİŞ
A. PSİKOLOJİ BİLİMİNİN TANIMI VE KONUSU
Psyche (Ruh) ile Logos (Bilgi) sözcüklerinden oluşan psikoloji, “Ruh bilgisi” demektir. Ancak psikoloji ruhu incelemez. Çünkü ruhun varlığı, ne olduğu, yapısı bilimsel olarak incelenemez.
Psikoloji pozitif bir bilim olarak, deney ve gözleme dayalı araştırmalar yapar. Konu olarak; organizmanın deney ve gözlem yoluyla incelenebilen davranışlarını araştırır. Bu bağlamda psikoloji “Davranış bilimi” olarak da ifade edilebilir.
Psikoloji genel olarak insan, gerektiğinde de hayvan davranışlarını bilimsel yöntemlerle inceler. Psikolojinin hayvanlar üzerinde inceleme yapması insan davranışlarını daha iyi anlayabilmek içindir. Bu düşünceyle;
· İnsanlar üzerinde yapılması uygun görülmeyen deneyler, hayvanlar üzerinde yapılabilmektedir(Genetik kopyalama gibi).
· Bazı hayvanların ömürlerinin kısa olması nedeniyle birkaç kuşağın kısa zamanda incelenebilmesi.
· İnsan ve hayvan davranışlarında ortak özelliklerin ve benzerliklerin bulunması, araştırmacıları hayvanlardan elde edilen bulguların insanlara genellenmesi yönünde ipuçları elde etmeye yöneltmiştir.
Psikoloji, pozitif bir bilim olarak davranışın düzenli ve sistemli bilgisini ortaya koymaya çalışır. Davranışları etkileyen duygu, tutum, öğrenme, algı konularını neden – sonuç ilişkisinde çözümlemeye çalışır. Böylece insanları ve onların yaptıkları davranışların nedenlerini daha iyi anlamayı sağlar.
Psikolojinin pozitif bir bilim olarak doğuşu 1879 yılında Wilhelm WUNDT’un Leipzig’de kurduğu laboratuarda yaptığı incelemelerle gerçekleşmiştir. Bu tarihten sonra psikoloji, ruh dünyasının dışa yansıması olan, deney ve gözlem yoluyla araştırılabilen davranışları inceleyen pozitif bir bilim olmuştur.
B. DAVRANIŞ
Organizmanın iç ve dış uyarıcılar karşısında ilgili organlarıyla gösterdiği tepkilere davranış denir. Başkaları tarafından gözlenebilen bedensel tepkiler, başkaları tarafından gözlenemeyen, ancak ölçülebilen tüm zihinsel faaliyetler davranışın kapsamına girmektedir. Davranışın bu tanımına göre psikoloji yürüme, konuşma, kitap okuma gibi gözlenebilen vücut hareketlerinin yanı sıra; tasarlama, üzülme, kuşkulanma gibi doğrudan gözlenemeyen zihinsel süreçleri de inceler.
Davranışların özellikleri şunlardır;
· İnsan davranışları belli bir zaman süreci içerisinde yaşanır ve süreklilik gösterir. Çünkü insan ve çevresi arasında, belirli bir zaman süresi içinde geçen karşılıklı bir alış – veriş vardır.
· İnsan davranışları, çok nedenli ve karmaşıktır. Davranışlar üzerinde dıştan gelen etkenler kadar iç etkenlerinde rolü vardır.
· İnsan davranışları özneldir ( kişiseldir ). Aynı duygu farklı insanlarda farklı tepkilerle ortaya çıkar.
Örneğin; Bazı insanlar çok sevindiği zaman güldüğü halde, bazıları ağlayabilir.
Psikoloji davranışı doğal bir olgu olarak ele alır. Onu, diğer bilimlerin, herhangi bir olguyu incelediği gibi inceler. Davranışı oluşturan etkenleri araştırır. Bu bağlamda Psikoloji, insanların niçin ve nasıl davrandıklarını inceler. Buradan yola çıkarak psikolojik olguların bağlı olduğu yasaları bulmaya çalışır.
Davranışları etkileyen faktörler şunlardır;
1 – ORGANİK FAKTÖRLER
Organizmanın yaşının, cinsiyetinin, sinir sisteminin, iç salgı bezlerinin davranışlar üzerinde etkisi vardır. Organizmanın olgunlaşmasıyla cinsiyet güdüsünün ortaya çıkmasında, beyinciğin kas faaliyetlerini koordine ederek hareketleri düzgün ve akıcı hale getirmesinde, bebeklerin görme, koku ve tat duyumlarının yetişkinler gibi olmamasında organik faktörlerin etkisi vardır.
Fareler üzerinde yapılan bir araştırmada Hipotalamus’un belirli bir noktası tahrip edilince farenin çok yemeye başladığı; bir başka farede de Hipotalamus’un o noktaya yakın başka bir yeri tahrip edildiğinde farenin iştahının tamamen kesildiği görülmüş, fare açlıktan ölecek duruma geldiği halde yiyeceğe ilgi göstermemiştir.
2 – PSİKOLOJİK FAKTÖRLER
İnsanın duyguları, heyecanları, çatışmaları, zekâsı ve kişiliği davranışları etkiler. Örneğin; Psikopat kişiliği olan bireyler kuralları çiğnemekten zevk duyarlar. Asansör korkusu olan bir kişi evine gitmek için merdivenleri kullanmak zorunda kalır. Tutumları farklı olan bireyler televizyonda farklı programları izleyebilirler.
3 – ORTAM
Çevresiyle sosyal ilişkilerde bulunan bireylerin davranışlarını hem sosyal çevresi hem de fiziki çevresi etkiler. Örneğin; Çocuklar büyüdükçe davranışlarının şekillenmesinde, anne – babalarının ve diğer çocukların etkileri görülür. Hüzün dolu şarkı, film ve romanların insanlara umutsuzluk aşıladığı, bunalımlara yol açtığı bilinmektedir. Bu nedenle arabesk müziğin yasaklandığı dönemler olmuştur.
A.B.D.’nin güneyinde 1882 – 1930 yılları arasında gerçekleşen linç olayları incelenmiş, pamuk ücretlerinin yüksek olduğu yıllarda oldukça az, pamuk ücretlerinin düşük olduğu yıllarda ise oldukça çok sayıda linç olayı gözlenmiştir.
Fiziksel çevre de organizmanın davranışlarını etkiler. Örneğin; Ayın dolunay olduğu zamanlarda suç işleme oranları artmakta, havaların sıcak olduğu zamanlarda cinnet geçirme davranışlarında artışlar görülmektedir.
4 – GEÇMİŞ YAŞANTI ve DENEYİMLER
Geçmiş yaşantıları ve deneyimleri farklı olan bireylerin algılamaları, bilgi birikimleri farklılık gösterebilmektedir. Bu farklılıklar davranışları da etkilemektedir. Örneğin; Maç esnasında ayağı kırılan bir futbolcu, ayağı iyileştikten sonra tekrar futbol oynarken ikili mücadeleye girmekten çekinir.
5 – BEKLENTİ
Bir olay veya duruma ilişkin beklentiler davranışları etkiler. Örneğin; Sınav sonuçlarının açıklanmasını bekleyen öğrencilerin heyecanlanması, af beklentisi olan mahkûmların basın yayın organlarını sürekli olarak izlemeleri beklentinin davranışları etkilemesidir.
6 – TUTUMLAR
Tutum, bir bireyin belirli bir psikolojik nesne ile ilgili düşünce, duygu ve davranışlarını düzenli bir biçimde oluşturan eğilimdir. Örneğin; Özelleştirmeye karşı olan bir kişinin çocuğunu özel okullara göndermemesin de, özel hastahaneye gitmemesin de, özelleştirmeyi gerçekleştiren partiye oy vermemesin de tutumların etkisi vardır.
C. PSİKOLOJİNİN AMAÇLARI
Psikoloji, insan davranışlarının türlerini, nedenlerini bilmemizi, kendimizi ve çevremizdeki insanları daha iyi tanımamızı, sorunlarımızı daha kolay çözümlememizi, ruh sağlığımızı daha bilinçli olarak korumamızı ve başkalarına yardımcı olabilmemizi sağlayan bir alandır. Bu alan içerisindeki kavram ve bulguları bilen kişiler kendi duygu, düşünce ve davranışlarını daha iyi anlayabilir, bunlara ön yargılar ve geleneksel inanışlar dışında bir yorum getirebilirler.
Bebeklikten itibaren gelişim evrelerinin temel niteliklerinin bilinmesinde, insanların yaptıkları eylemlerden yasal olarak sorumlu tutulabileceği koşulların bilinmesinde, çocuk mahkemelerinin kurulmasında, akıl hastalarının cezalandırılmasında, televizyondaki şiddet programlarının çocuklara olan zararlı etkilerinin incelenmesinde… v.b. psikolojinin bulgularından yararlanılır.
Psikoloji biliminin faydaları şunlardır;
Bilimsel faydası
· Çeşitli ruhsal olayları deney ve gözlem ışığı altında aydınlatmak.
Pratik faydaları
· İnsanın yaratılışını, ilgi ve yeteneklerini anlamasına yardımcı olmak.
· İnsan davranışlarını önceden tahmin etmek.
· İnsanın kendisiyle ve çevresiyle barışık olmasını sağlamak.
· Sosyal ve bireysel sorunların çözümüne yardımcı olmak.
D. PSİKOLOJİ’DE YAKLAŞIMLAR ( EKOLLER )
Psikoloji alanındaki görüşlerini değişik bakış açılarıyla ortaya koyan psikologlar farklı yaklaşımlarının doğmasına neden olmuşlardır. Bu yaklaşımlar psikologların, insanın belirli bir yönüne daha çok önem vermelerinden doğmuştur. Yaklaşımların getirdiği bu değişik bakış açıları sonucunda insan, bütün olarak tanınmaya çalışılmıştır.
Bireyi daha iyi tanımayı amaçlayan psikoloji yaklaşımlarının farklılık göstermesinin nedeni; insanı tanımada psikolojiye farklı konu, yöntem ve amaçlar belirlemeleridir.
Başlıca psikoloji yaklaşımları şunlardır;
1 – YAPISALCI YAKLAŞIM ( Strüktüralizm )
Wilhelm WUNDT’un kurucusu olduğu bu yaklaşımda psikolojinin konusu, bilinç ve bilinci meydana getiren zihinsel olaylardır. Psikolojinin amacı, zihnin en yalın öğelerini araştırmak ve bunlar arasındaki ilişkileri incelemektir.
Her insanın istekleri, düşünceleri, eğilimleri, hatıraları kendine ait iç dünyasını oluşturur. Psikolog bireye sorular sorarak onun iç dünyasını tanımalıdır. İçebakış yöntemiyle karmaşık zihinsel yaşantının duyumsal öğelerinin çözümlenmesine çalışılmaktadır. Wundt zihinsel süreçleri inceleme yöntemi olarak içebakışı kullanmaktaydı. Uyaranın bazı fiziksel boyutları düzenli olarak değiştiriliyor ve bu fiziksel değişikliklerin bilinci nasıl değiştirdiğini belirlemek için içebakış yöntemine başvuruluyordu. Nasıl ki kimyacı suyu, oksijen ve hidrojen olmak üzere parçalarına ayırabiliyorsa, psikoloji de algıyı duyumlara ayırarak karmaşık deneyimleri oluşturan zihinsel öğelere yönelebilirdi.
2 – İŞLEVSELCİ YAKLAŞIM ( Fonksiyonalizm )
Bu yaklaşıma göre zihnin yapısından çok zihnin işlevleri ele alınmalıdır.
W. JAMES’in asıl ilgisi organizmanın çevresine uyum sağlaması için, zihnin nasıl çalıştığının incelenmesiydi. İnsanın çevresine uyum sağlayan yönünün psikolojinin konusu olması gerektiğini vurgulamıştır. Uyum sağlayıcı davranışlar faydalı davranışlardır. Uyum için de, insanın ne yaptığı önemlidir. Bu yaklaşımı savunanlar belli bir yönteme bağlanmazlar, amaca ulaştıran her yöntemi benimserler.
3 – DAVRANIŞSAL YAKLAŞIM ( Bihevyorizm )
Gözlenebilen davranışların bilimsel incelemesinin yapılmasını amaçlayan yaklaşımdır. J. WATSON ve onun görüşlerini benimseyenler, psikolojinin bir bilim haline gelmesi için nesnel ve ölçülebilir olması gerektiğine inanıyorlardı.
Davranış açıkça gözlenebilir ve nesnel bir şekilde ölçülebilirdi. Buna karşın bir kişinin içebakış yoluyla açığa çıkan özel yaşantıları başkaları tarafından gözlenemez ve nesnel olarak ölçülemezdi. İnsanın kıskanç, sevinçli, kederli olduğu durumlarda ilgili sorulara verdiği cevaplar doğru olmayabilirdi.
Davranışsal yaklaşıma göre psikoloji; insan ve hayvan davranışlarını deney ve gözlem yöntemiyle inceleyen bir bilim olmalıdır.
Davranışsal yaklaşım bütün davranışların öğrenme yoluyla kazanıldığını savunur. Davranışların kazanılmasında, çevre ve eğitimin önemini vurgular. Uyarıcı – Davranış ilişkisi önceden kestirilebilir, gerektiğinde kontrol altına alınabilir. Örneğin; Alkol uyarıcısı ile davranışlar arasında kurulan bağ sayesinde, alkollü sürücülerin kaza yapabilecekleri önceden kestirilebilir. – Bozuk para ile futbol maçı izlemeye giden seyircilerin tepkileri önceden kestirilebilir.
4 – PSİKODİNAMİK YAKLAŞIM ( Psikanalitik )
FREUD’un temel görüşlerini kapsayan bu yaklaşıma göre davranışların önemli bir bölümü bilinçaltı süreçlerinden kaynaklanır. Freud, özellikle çocukluk yıllarında çevrede yasaklanan arzuların bilinçaltına itildiğini, bu arzuların davranışları bilinçaltından etkilediğini ileri sürmektedir.
Freud’a göre bireylerin doğuştan getirdikleri iki temel güdü vardır; Cinsellik ve Saldırganlık. Doğuştan sahip olunan bu güdüler toplumda hoş karşılanmadığı için bilinçaltına itilir. Bilinçaltı; insanın farkında olmadığı duygularının, düşüncelerinin, arzularının, eğilimlerinin, korkularının, dürtülerinin olduğu bir kişilik bölümüdür. Davranışların dinamiği bu özde yatmaktadır. Kişilikte buna bağlı olarak şekillenmektedir.
Bastırılmış arzular aktif olarak sürekli bir ifade ihtiyacı altında rüyalarda, hayallerde, dil sürçmelerinde dışa yansımaktadır. Freud hastaların rüyalarını dinlemiş, bunlardaki sembollerin hangi duygu ve düşünceye karşılık geldiğini belirleyerek hastanın bilinçaltına inmeye çalışmıştır. Bastırılmış bilinçaltı arzularını bilinç düzeyine çıkarma yöntemine Psikanaliz adı verilir. Hipnoz, serbest çağrışım, rüya analizi uygulamalarının her biri psikanalizde kullanılan tekniklerdir. Bireyin geçmiş yaşantısını inceleyen Vak’a incelemesi yöntemini kullanırlar.
Deneysel yöntemlerin uygulanmaması, cinselliğe aşırı vurgu yapmaları ve getirdiği kavramların açık olmaması nedeniyle eleştirilmiştir.
Psikodinamik yaklaşımın önemli temsilcileri; Sigmund FREUD, Alfred ADLER, Karl JUNG, Erich FROMM, Karen HORNEY’dir.
18 yaşındaki bir gencin yüzü felç olur. Araştırmalar hiçbir organik bozukluk olmadığını gösterir. Hipnozla tespit edilir ki 12 yaşındayken öfkeli bir anında annesine tokat atmış, bu duruma çok üzülmüş, hatırladıkça düşünmek istememiş ve giderek olayı unutmuştur. Hipnotik uykusunda bu olayı anlattıktan sonra felç iyileşmiştir.
5 – GEŞTALT (Bütünlük) PSİKOLOJİSİ
Bu yaklaşıma göre yaşantılar bütün ve karmaşık olaylardır. Bunlar birçok değişik sebebin, belli bir biçimde örgütlenmesinden meydana gelmektedir. Bir davranışı incelemek için onu meydana getiren elemanları araştırmak anlamsızdır. Çünkü davranışlar bütündür ve her davranış bir bütünlük içerisinde bir anlam kazanır. Bir davranışı parçalara bölmek onun bütünlüğünü bazen de anlam ve niteliğini değiştirir.
Geştalt psikolojisi Tabii gözleme önem verir. Kurucusu Max WERTHEİMMER’dir.
6 – HÜMANİSTİK (Fenomenolojik) YAKLAŞIM
İnsan gelişme gücünü kendinden alan, oluşum halinde olan özgür bir varlıktır. Bu bağlamda psikolojinin konusu “insanı anlamaktır.” Dünyayı ve olayları kendine özgü bir biçimde algılayan insanın öznel yaşantısını öne çıkarır. Davranışları anlayabilmek, insanın kendine özgü algılayışını ve yaşantısını bilmemize bağlıdır. Davranışları etkileyen en önemli faktör, insanın çevresini o andaki anlamlandırış biçimidir. İnsan yaşanan an içinde ele alınmalıdır.
Bireyin davranışlarını anlayabilmek için, onun yaşantısını bilmek gerekir. Bu da kişiyi içten anlamakla, onun iç dünyasına girmekle, çevreye onun bakış açısıyla bakmakla gerçekleşir. İnsanın davranışlarına dıştan bakmakla onun hakkında karar vermek güçtür.
Hümanistik yaklaşım insanı ve davranışlarını anlamada en etkili yöntem olarak İçebakış ve Empati’yi görür. Empati; kişinin kendisini, karşısındakinin yerine koyarak onun ne hissettiğini, ne düşündüğünü anlamaya çalışmasıdır.
Hümanistik yaklaşım deney yöntemini reddettiği için eleştirilmiştir.
Hümanistik yaklaşımın en önemli temsilcileri; Abraham MASLOW, Carl ROGERS’tır.
7 – BİLİŞSEL YAKLAŞIM
Bu yaklaşıma göre insan pasif değil, tersine algılayan, uyarıcıları anlamlandıran, işleyen, aktif bir sistemdir. Zihin aldığı bilgiyi etkin bir biçimde işlemektedir. İnsanlar düşünür, plan yapar, hatırladıkları bilgiyi temel alarak karar verir, uyaranlar arasında seçici ayırım yapar. Davranışlar uyaranların zihinsel işleme tabi tutulmasına bağlı olarak şekillenir. Çünkü insan birçok seçenek tasarlayıp, bunların en iyisini uygulayabilir, gelecekteki durumları önceden sezebilir, geçmiş olayların bilgisini değerlendirebilir.
Bu yaklaşıma göre insanın yaşantısının, Uyarıcı – Tepki ilişkisinde mekanik olarak alınması gerçeğe uygun değildir. Öyle ki aynı uyarıcılara bireylerin farklı tepkiler vermesi zihinsel süreçlerle açıklanabilir.
Bilişsel yaklaşım, insanın, toplumu ve kendisini algılama şeklini, inançlarını ve tutumlarını göz ardı ettikleri için eleştirilmiştir.
Bilişsel yaklaşımın önemli temsilcisi; Jean PİAGET’tir.
8 – BİYOLOJİK YAKLAŞIM
Bu yaklaşımda, davranış ile beden içerisindeki, özellikle beyindeki ve sinir sistemindeki oluşumlar arasındaki bağlantıya dikkat çekilir. Beyin sinirsel süreçlerin merkezi olarak bireyin davranışlarını yönetir. Beyninin belirli bir bölgesi trafik kazasında hasar görmüş bireylerde hatırlama probleminin görülmesi, eğitimli bireylerde beyin kabuğunun daha gelişmiş olması, eğitimli bireylerin daha az saldırgan olması bu yaklaşımı destekleyen bulgular olarak gösterilmektedir.
Biyolojik yaklaşımın önemli temsilcisi; Adolf MEYER’dir.
ORGANİZMA VE ÇEVRE İLİŞKİLERİ
A. ORGANİZMA VE ÇEVRE
Yaşamsal faaliyet gösteren varlıklara organizma adı verilir. Psikolojide organizma kavramıyla hayvan ve özellikle insan kastedilir. Bir organizma olarak insan; süt çağı, oyun çağı, okul çağı, ergenlik çağı, genç yetişkinlik çağı, orta yaşlılık çağı ve ihtiyarlık çağı gibi aşamalardan geçerek yaşam süresini tamamlar.
Organizmanın kendi dışında ilişki kurduğu biyolojik, fiziksel, sosyal varlık ve olayların tümüne çevre denir. Organizma için iki türlü çevre vardır. Doğum öncesi çevre; Anne karnında bebeği kuşatan çevredir. Canlıların bedensel ve ruhsal oluşumları bu çevrede başlar. Organizmanın gelişimi anneye bağlıdır. Eğer anne yetersiz beslenir, sigara ve alkol kullanır, stresli bir ortamda yaşamını sürdürürse organizmanın gelişimi de olumsuz yönde olur. Doğum sonrası çevre; Organizmanın doğumundan ölümüne kadar yaşadığı fiziksel ve sosyal çevredir.
İnsanın çevresiyle etkileşimi diğer canlılara oranla çok yönlüdür. Bu etkileşim psikolojik, fiziksel ve toplumsal boyutlarda olabilmektedir. Organizma değişen çevre şartlarına uygun tepkilerde bulunarak çevreye uyum çabası gösterir. Bu çevre hem fiziksel, hem de sosyal çevre olabilir. Bu uyum sürecinde insanın kişiliği, geçmiş deneyimleri ve irade gücü rol oynayabilir. 6 ay yeraltındaki bir mağarada yaşayan bir insan normal hayata döndüğünde, geceleri otomobili farlarını yakmaksızın kullanabilmiştir. Üzerimizdeki elbiselerin, gözümüzdeki gözlüğün, odadaki parfüm kokusunun bir süre sonra fark edilmez olması duyusal uyumla açıklanır.
B. FİZİKİ ÇEVRENİN ORGANİZMAYI ETKİLEMESİ
1 – FİZİKİ UYARICILAR ve ORGANİZMANIN ALICILIĞI
Organizma ile çevresindekilerin iletişiminin sağlanması için, organizmanın alıcı organlara ve fiziksel uyarıcılara ihtiyacı vardır. Fiziksel uyarıcılar; ses, koku, ışık gibi uyarıcılardır. Fiziksel uyarıcılar duyu organlarına gelir ve duyum olayını başlatırlarsa görebilir, koku alabilir, işitebiliriz. Organizmanın tepki verebilmesi için duyu organlarının da sağlam olması gerekir. Duyu organları sağlam değilse, uyarıcı gelse bile göremez, koku alamaz ve işitemeyiz.
Bir havaalanı… Yolcular uçağa doğru yürürken bir bakıyorlar ki kaptan pilot da geliyor. Bir elinde köpek tasması, öbür elinde bir beyaz baston, gözünde siyah cam gözlükler. Herhalde şaka olmalı diye düşünüyorlar. Uçağa biniyorlar. Hostesler anonslarını yapıyor, kemerler bağlanıyor. Uçak pistte yavaş hızlanmaya başlıyor. Uçak hızlanıyor, pistin sonu görünüyor, kaptanda bir hareket yok. Yolcular dehşet içerisinde bir hosteslere, bir kaptana, bir de neredeyse bitti bitecek piste bakıyorlar. Kaptanda hala bir hareket yok. Pistin bitiş noktasına yaklaşıldığında yolcular koro halinde çığlık atmaya başlıyorlar. İşte o anda kaptan pilot da devreye giriyor ve uçağı havalandırıyor. Kaptan dâhil uçaktaki herkes de büyük bir rahatlama. Kaptan pilot arkasına yaslanıyor ve yardımcı pilota şunu söylüyor: - Biliyor musun bir gün kimse bağırmayacak ve pistten dışarı çıkacağız.
2 – UYARICI ve UYARIM
İç ve dış çevreden gelerek, duyu organlarını harekete geçiren enerjilere uyarıcı denir. Susama, acıkma içten gelen uyarıcılar; ışık, ses, koku, renk dıştan gelen uyarıcılardır.
İç ve dış çevreden gelen uyarıcıların organizmayı etkilemesine uyarım denir. Uyarım, uyarıcı – tepki ilişkisinin bütününü ifade eder.
3 – TEPKİ, DUYUM, DUYUM EŞİĞİ
Tepki, iç ve dış uyarıcıların organizmayı etkilediği anda, organizma tarafından verilen karşılıktır. Örneğin; Göze ışık tutulduğunda göz bebeğinin küçülmesi, bize sorulan sorulara yanıt vermemiz, aniden duyduğumuz sesler karşısında irkilmemiz birer tepkidir.
Duyum, organizmanın iç ve dış uyarıcılara karşı duyarlılık göstermesidir.
Duyum eşiği, iç ve dış uyarıcıların organizma tarafından fark edildiği andır.
Organizma, içten ve dıştan gelen uyarıcıların etkisi altındadır. Bu uyarıcıların organizmayı etkileyebilmesi için duyum eşiğini geçmesi gerekir. Duyum eşiği, duyumların başlangıcını oluşturur. Üç tür duyum eşiği vardır.
· Alt eşik: Duyulabilen en alt sınırdır. Örneğin; bir sesin 20 frekans civarında gelmesi.
· Üst eşik: Uyarımların duyulmadığı sınırdır. Örneğin; bir sesin 20.000 frekans civarında gelmesi.
· Farklılaşma eşiği: İki uyarıcı arasındaki farkı ayırt edebildiğimiz eşiktir. Örneğin; İki sesi birbirinden ayırt edebileceğimiz en küçük fark ya da iki ağırlıktan hangisinin daha ağır olduğunu bileceğimiz nokta farklılaşma eşiğidir.
4 – AŞIRI UYARILMA, YETERSİZ UYARILMA
İç ya da dış uyarıcıların organizmayı normal şiddet ve sürenin üzerinde etkilemesine aşırı uyarılma denir. Bireyin sürekli gürültülü bir ortamda bulunması, kalabalık bir evde yaşaması, sürekli olarak bir yerinin ağrıması aşırı uyarılmaya neden olur. Aşırı uyarılma bireylerde huzursuzluğa ve gerilime yol açar. Aşırı uyarılma uzun sürerse organizma direnme gücünü yitirir, bir tepki veremez olur. Günümüz kent yaşamının en önemli problemlerinden birisidir.
Organizmanın normal etkinliklerini yapamayacak kadar az uyarıcı almasına yetersiz uyarım denir. Uyarıcılar, alt duyum eşiğinin altındadır. Organizma sürekli yetersiz uyarım içerisinde olursa yaşam gücünü yitirir. Bir elektrik ışığının 50 Watt civarında gelmesi, yeterli besin almama, ses duyamama yetersiz uyarılmadır.
5 – ALIŞMA, DUYARSIZLAŞMA
Bir uyarıcının sürekli alınması sonucunda davranışlarda görülen zayıflamaya ya da organizmanın tepkide bulunmama eğilimine alışma denir. Örneğin; Çiçekçi dükkânına ilk girdiğimizde çiçek kokularını alırız, içeride biraz durduğumuzda artık koku almaz oluruz. Kapalı bir yerdeki sigara kokusu insanı rahatsız eder, içeride biraz kaldığımızda sigara kokusunu artık bizi rahatsız etmez. Lokantaya ilk girdiğimizde aldığımız yemek kokusu kısa bir süre sonra kaybolur… v.b.
İnsanın, duygusal bir davranışını ortaya çıkaran bir durumla tekrar tekrar karşılaşması sonucunda bu duygusal davranışının zayıflamasına duyarsızlaşma denir. Örneğin; Babasından sürekli dayak yiyen bir çocuğun dayağa karşı duyarsızlaşması. Hastalık, ölüm gibi olaylar insanlarda heyecan uyandırır, ama bu gibi durumlarla sürekli olarak karşılaşan bir doktor artık bunları gördüğünde heyecanlanmaz.
6 – DENGELENME (Homeostatis)
Organizmanın değişen uyarıcı koşullarına karşı sabit iç ortamı koruma eğilimine dengelenme (Homeostatis) denir. Organizmanın normalden fazla alınan şekerin bir kısmını kana salgılayıp fazlasını karaciğerde depolaması, kandaki oksijen ve karbondioksit düzeyleri, hücrelerdeki su dengesi gibi pek çok biyolojik denge durumunun korunması dengelenme olarak ifade edilir.
C. UYARILMA İHTİYACI VE GÜDÜLENME
Organizmanın uyarılmaya ihtiyacı vardır, ancak bu uyarılma aşırı olmamalıdır. Uyarılma sonucunda organizma ihtiyaçlarını, kendisindeki eksiklikleri fark eder. İhtiyaçlar sonucu organizma, çeşitli davranışlarda bulunmaya hazır hale gelir.
İhtiyaç, dürtü, güdü gibi kavramlar organizmanın hangi yönde ve nasıl uyarıldığını göstermektedir.
1 – İ HTİYAÇ
Organizma tarafından bir eksikliğin duyulmasına ihtiyaç denir. İhtiyacın giderilmemesi durumunda organizma uyarılır ve organizmanın dengesi bozulur. Örneğin; Organizma yaşamını sürdürmek için gerekli olan su, yemek gibi maddelerden ya da uyku gibi bir koşuldan mahrum bırakılmışsa gergin bir duruma girer. Bu gerginlik ihtiyaç giderildiği zaman ortadan kalkar. Organizmanın yaşamı bu şekildeki ihtiyaçların karşılanması çabası içerisinde geçer.
2 – DÜRTÜ
İhtiyaçların karşılanması için organizmada oluşan güce dürtü denir. İhtiyaç ortaya çıktığı anda organizmanın dengesi değişir. Bir iç gerilim ortaya çıkar. Bu durum organizmayı çeşitli davranışlara, tepkilere yöneltir. Örneğin; Aç olduğumuzda organizmada ortaya çıkan gerginlik ve açlık hissi dürtüdür. Organizmadaki ihtiyaç hissi giderek artarken, dürtü giderek azalır ya da yok olabilir.
3 - GÜDÜ (Motiv)
Organizmanın ihtiyacını gidermek için belli bir yönde etkinlik göstermesine güdü ya da motiv denir. Güdüler organizmanın bir takım davranışlarda bulunmasına yol açar. Örneğin; Organizmadaki besin eksikliği, besin ihtiyacını doğurur. Bu ihtiyacın duyulmasıyla organizmada oluşan açlık hissi dürtüye yol açar. Bunun sonucunda organizma yiyecek aramaya başlar. İşte bu hareket eğilimi güdü’dür.
4 – GÜDÜLENME (Motivasyon)
Organizmanın dürtü ya da ihtiyaçlarının etkisiyle harekete hazır hale gelerek amacına yönelik davranışta bulunmasına, amaca ulaştıktan sonra rahatlamasına güdülenme (motivasyon) denir. Örneğin; Organizmanın besin ihtiyacıyla başlayıp açlık hissini duyması, yiyecek aramaya yönelmesi, yiyeceğin elde edilmesi ve organizmanın rahatlaması sürecine güdülenme denir.
GÜDÜ TÜRLERİ
Güdüler, Fizyolojik güdüler ve Toplumsal – psikolojik güdüler şeklinde iki sınıfa ayrılır.
I – Fizyolojik Güdüler
Organizmaya enerji ve yön veren iç uyarıcılardır. Bu güdüler organizmanın yaşama ve var olma güdüsüne hizmet ederler. Özellikle beden dokusunun canlı kalması için gerekli olan ihtiyaçlardan oluşan güdülerdir. Başlıca fizyolojik güdüler; açlık, susuzluk, cinsellik, annelik, dinlenme, uyku, hareket… v.b.
Fizyolojik güdülerin başlıca özellikleri şunlardır;
· Doğuştan kalıtımla gelirler.
· Yaşamın ilk yıllarından itibaren ortaya çıkarlar.
· Organizmanın yaşam faaliyetlerini sürdürmesini sağlarlar.
· İnsan ve hayvanlarda ortaklaşa görülürler.
· Sosyal güdülere kaynaklık ederler.
· Sayıları bellidir.
II – Toplumsal – Psikolojik Güdüler
Organizmaya enerji ve yön veren, sosyal çevreden gelen uyarıcılardır. Bu güdüler yaşantı sonucu oluşur. Organizma yaşadıkça davranışları da daha fazla etkilerler. Başlıca toplumsal – psikolojik güdüler; güvenlik ihtiyacı, beğenilme isteği, saygınlık kazanma, özgürlük ihtiyacı, başarısızlık korkusu… v.b.
Toplumsal – psikolojik güdüler karmaşık bir yapıya sahiptir. Bazen aynı güdü, farklı bireylerde farklı davranışlara yol açabilir. Örneğin; Beğenilme ve saygınlık kazanma güdüsü bazı insanlarda çok çalışma, bazı insanlarda saldırganlık, bazı insanlarda da iyi giyinme yoluyla giderilir.
Farklı toplumsal güdüler, aynı davranışlara yol açabilmektedir. Örneğin; Aynı filmi seyretmeye giden insanlardan bazıları sinemayı sevdiği için, bazıları yakınlarının hatırı için, bazıları da sanatsever görünmek için film seyretmeye gidebilir.
Toplumsal – psikolojik güdülerin başlıca özellikleri şunlardır;
· Sonradan, toplumsal çevreden kazanılırlar.
· Yaşamın sonraki yıllarında ortaya çıkarlar.
· Yalnız insana özgüdürler.
· Toplumdan topluma farklılık gösterirler.
· Çok sayıdadırlar.
Güdülenmiş davranışlar ve güdülenmemiş davranışlar arasındaki farklılıklar şunlardır;
· Güdülenme sonucunda organizmanın etkinliği artar. Aç bir insanın yiyecek aramasıyla, tok bir insanın yiyecek araması farklıdır. Aç insan daha dinamik ve aktiftir. Bu bağlamda, güdülenmiş davranış, güdülenmemiş davranışa göre daha verimlidir.
· Güdülenmiş davranış bir amaca yöneliktir. İhtiyaç ne kadar güçlüyse amaca yönelen davranış da o derecede güçlüdür. Organizma amaca varmak için gerekli olanları seçer, gerekli olmayanları eler. Örneğin; Kendisini bilime adamış bir bilim adamı, gecesini gündüzüne katarak kendisini, yaşamın getirdiği birçok güzel şeyden soyutlayabilir.
· Güdülenmiş davranış organizmayı aşırı faaliyete, fazla enerji tüketimine götürdüğü için yorucudur.
ÖĞRENME, BELLEK, DÜŞÜNME
A. ÖĞRENME
Tekrar ya da yaşantı sonucunda davranışlarda meydana gelen, yeni davranışlar kazanma şeklinde ortaya çıkan sürekli değişmelere öğrenme denir. Öğrenmenin gerçekleştiğini davranışlara bakarak bilebiliriz. Onun için öğrenme davranış değişikliği olarak tanımlanabilir. Ancak her davranış değişikliği öğrenme olarak nitelendirilemez. Değişikliğin olgunlaşmaya bağlı olduğu durumlarda öğrenmeden söz edilemez. Sesin kalınlaşması, cinsiyet hormonlarının salgılanması öğrenme değildir. Ayrıca kalıtımsal olan, şans eseri ortaya çıkan davranışlar da öğrenme değildir. İçgüdü, refleks türü davranışlar öğrenme değildir. Bazı davranışlar organizmanın doğuşuyla ortaya çıkar. Bazı davranışlar ise organizmanın belli bir olgunluk düzeyinden sonra öğrenmeyle kazanılır. Göz bebeği tepkisi, terleme, uyku gibi tepkiler öğrenme değildir. Dili kullanma, ilaç kullanma, telefon etme, örgü örme gibi herhangi bir bilgi ya da beceri kazanma ve bunları davranışlarla yaşantıda gösterme öğrenmedir.
· Öğrenme doğumdan başlayarak ölüme kadar devam eden bir süreçtir. İnsan bu süreçte öğrendikleriyle sosyalleşir.
Çocuk yaşadığını öğrenir;
Sürekli eleştirilmişse, kınama ve ayıplamayı öğrenir.
Kin ortamında büyümüşse, kavga etmeyi öğrenir.
Alay edilip, aşağılanmışsa, sıkılıp, utanmayı öğrenir.
Devamlı utandırılarak terbiye edilmişse, kendini
suçlamayı öğrenir.
Eğer bir çocuk;
Hoşgörüyle yetiştirilmişse, sabırlı olmayı öğrenir.
Desteklenip yüreklendirilmişse, kendine güven
duymayı öğrenir.
Övülmüş ve beğenilmişse, takdir etmeyi öğrenir.
Hakkına saygı gösterilerek büyütülmüşse,
adil olmayı öğrenir.
Kabul ve onay görmüşse, kendini sevmeyi öğrenir.
Aile içinde dostluk ve arkadaşlık görmüşse,
bu dünyada mutlu olmayı öğrenir.
· Öğrenmede bilgi ve becerilerin kazanılmasının yanı sıra, bazı şeylerden hoşlanma ya da hoşlanmama gibi duyusal eğilimlerde kazanılabilir.
· Öğrenme sadece insana özgü değildir. Hayvanlarda öğrenme yeteneğine sahiptir. Ancak öğrendiğini yeni kuşaklara aktarabilme yeteneği sadece insana özgü bir niteliktir.
· Öğrenmeler yararlı olarak nitelendirilebileceği gibi, zararlı olarak da nitelendirilebilir. Yüzme, yazı yazma, araba kullanma, olumlu olarak nitelendirilebilecek öğrenmeye, parmak emme, tırnak yeme uyuşturucu kullanma olumsuz olarak nitelendirilebilecek öğrenmeye örnektir.
· Bazı öğrenmeler yeni bilgi ve becerilerin kazanılmasıyla gerçekleşir. Şiir okuma, bilgisayar kullanma buna örnektir. Bazı öğrenmeler davranış biçimlerinin terk edilmesiyle gerçekleşir. Eli yanan çocuğun sobaya dokunmaması, parmak emme davranışının terk edilmesi buna örnektir.
· Her öğrenmede az ya da çok bir davranış değişikliği vardır. Bazı öğrenmeler basit davranımlara dayanırken, bazıları karmaşık etkinliklere dayanır. Saç tarama basit olarak nitelenen bir öğrenme iken, bilgisayar kullanma karmaşık olarak nitelenen bir öğrenmedir.
1 – ÖRENME TÜRLERİ ve SÜREÇLERİ
a) Deneme – Yanılma Yoluyla Öğrenme
Yapılan birçok tekrar ve denemeler sonucunda yeni davranışların kazanılmasıdır. Bu denemeler sırasında olumlu davranışlar sürdürülür, olumsuz davranışlar terk edilir. Tekrar sayısı arttıkça hata yapma olasılığı azalır. Hata miktarı azaldıkça öğrenme düzeyi artar. Örneğin; Televizyonun uzaktan kumanda aletinin üzerinde bulunan tuşların nasıl bir fonksiyona sahip olduğunun öğrenilmesi deneme yanılma yoluyla yapılan öğrenmedir.
b) Motor Öğrenme
Kaslara dayalı beden hareketlerine beceri kazandırılması esasına dayanan öğrenmedir. Bu öğrenme türünde psikomotor davranışların kazanılması amaçlanır. Motor öğrenmede bir şeyin nasıl iyi yapılacağı öğrenilir. Kaşıkla yemek yiyebilmek, basketbol da hatasız top sürebilmek, jimnastik hareketlerini yapabilmek motor öğrenmeyle gerçekleşir. Bu öğrenme beden kaslarının ve eklemlerinin aktif kullanımıyla gerçekleştiğinden, bedensel iç uyarıcıların davranışın yapılış tarzıyla ilgili bilgi vermesi gerekmektedir. Motor öğrenme, genellikle davranımın yapılmasındaki hız ve hatasızlıkla ölçülür. Kayak yaparken, daktilo kullanırken, voleybolda servis atarken, jimnastik hareketleri yapılırken psikomotor davranışlar sergilenir.
c) Bilişsel Öğrenme
Bilişsel öğrenmenin temelinde bireyin algılaması, düşünmesi, hatırlaması yatar. Bilişsel öğrenmede duyu organlarından gelen bilgiler işlenir, yeni bilgiler depolanır, eski bilgiler yeni anlamlar kazanırlar. Bilişsel süreçte birey ilişkileri anlar, ona göre davranışlar sergiler. İnsan öğrenmesinin çoğu bilişsel öğrenmeye dayanır.
Bilişsel öğrenme üç kısımda gerçekleşir
· Kavrayış yoluyla öğrenme; Farklı olaylar arasındaki ilişkinin bir anda görülmesi ve problemin zihinde bir anda çözülmesi esasına dayanan öğrenmedir. Problem algısal olarak yeniden düzenlenir, problemi oluşturan öğeler arasındaki ilişki aniden kavranır. Arşimet’in suyun kaldırma kuvvetini bulması, bilgisayar oyununun nasıl oynanacağının bir anda kavranılması, kavrayış yoluyla öğrenmeye örnektir.
· Model alarak (gözlem) ve Taklit yoluyla öğrenme; Başkalarının davranışlarını benimseyerek aynısını yapma konusundaki eğilimler model alarak öğrenmeyi gerçekleştirmektir. Olumlu sosyal davranışların büyük bir kısmı, aile içindeki öğrenmeye ve aile bireyleri tarafından sağlanan modellerin örnek alınmasına dayanmaktadır. Bölgeler arasındaki şive farklılıkları, taklit etmenin etkili olduğunu göstermektedir. Araştırmalarda, televizyonda saldırganlık görüntülerini izleyen çocuklarda, saldırgan davranışların arttığı saptanmıştır.
· Sözel öğrenme; Bireyler tarafından nesnelerin yerini tutan kavramların kazanılmasından sonra, sözel anlatımlarla gerçekleşen öğrenmedir. Sözel öğrenmede dilin iletişim işlevi önemlidir. Sözel öğrenmenin başlangıcı kelime söylemeyi öğrenmeye dayanır. Kelimelerin, nesnelerin genel özelliklerini ifade etmek için kullanılması ve kelimelerden cümlelerin oluşturulması sözel öğrenmenin gereklerindendir. Bir savaş taktiğini kitaplardan ya da komutanın ağzından öğrenme sözel öğrenmeye örnektir.
d) Koşullanma Yoluyla Öğrenme
Organizmanın önceleri tepki göstermediği bir uyarıcıya, belirli şartlar altında (ödül – ceza) tepki göstermeye başlaması koşullanma yoluyla öğrenmenin temelini oluşturur.
Öğrenmedeki bu şartlar Klasik koşullanma yoluyla öğrenmeye ve Edimsel koşullanma yoluyla öğrenmeye göre değişir.
· Klasik Koşullanma Yoluyla Öğrenme: Başlangıçta etkisiz olan bir uyarıcının, ödül ya da ceza ile birlikte verilmesi ile gerçekleşen öğrenmedir. Bu durumda başlangıçta etkisiz olan uyarıcı, ödül ya da ceza uyarıcısının yerine geçerek organizmayı tepkiye yöneltir. Klasik koşullanma yoluyla öğrenmenin ilk deneyini yapan Pavlov’dur.
Pavlov köpeklere et vermeden hemen önce zil çalar. Daha sonra zili et ile verdiği zaman çalar. Bu uygulamayı tekrarlar. Eti gören köpek salya çıkarır. Tekrarlardan sonra et vermeyip sadece zil çalındığında, köpeklerin salya çıkarmaya devam ederek koşullandığı görülür. Pavlov’un yaptığı bu koşullanma deneyi zil sesinden sonra yiyecek verilerek, zil sesi ile yiyeceğin eşleştirilmesi şeklinde olmuştur. Bu eşleştirme tekrarlanarak, köpeğin yiyecek verilmeden de zil sesine koşullanarak salya tepkisinde bulunması sağlanmıştır.
Başlangıçta tepki göstermediği zil uyarıcısına köpek, zil ile yiyecek arasında bağ kurduktan sonra salgılama tepkisinde bulunmuştur. Başka bir deyişle zil sesine koşullanmıştır. Burada zil koşullu uyarıcı konumuna geçmiştir. Zil sesine karşı gösterilen salgılama da koşullu tepkidir.
Koşullanmanın gerçekleşmesinde ödül ya da cezalarla yapılan pekiştirmelerin etkisi vardır. Koşullanma sırasında nötr uyarıcı (zil) ile doğal uyarıcının (et) birlikte tekrar tekrar verilmesi, ikisinin arasındaki bağı pekiştirir. Bebek biberon ile süt içme arasında bağ kurarak biberona tepki göstermeyi öğrenir.
Klasik koşullanmada öğrenmenin gerçekleşmesi, eşleştirilen koşullu uyarıcı ile koşulsuz uyarıcı arasında sürenin kısa tutulmasına bağlıdır. Bu süre arttığında koşullanma zayıflamakta ya da gerçekleşmemektedir.
Yolu bir gün bostana düşmüştü. Bostancıya, eşeğin boynundaki çıngırağın ne olduğunu soracak oldu. Bostancı, “Eşek yürürken, devamlı sesi duyulur. Ses kesildi mi, hayvanın durduğunu anlarım, hemen koşar yeniden yürütürüm.”
“ Peki, ya eşek durup da başını devamlı iki yana sallarsa ?” “Aman efendim” dedi bostancı. “ Sizin gibi akıllısı nerede ?”
· Edimsel Koşullanma Yoluyla Öğrenme: Organizmanın rastlantısal sayılabilecek davranışları içerisinden bazı istenilen davranışların ödül ya da ceza uygulamasıyla pekiştirilmesi esasına dayanan öğrenmedir. Edimsel koşullanma yoluyla öğrenme ile ilgili deneyleri ilk kez Skinner yapmıştır.
Skinner, edimsel koşullanmayı, edimsel kutu (Skinner kutusu) deneyi ile ortaya koymaya çalışmıştır. Edimsel kutu, duvarlarından birinde kutunun içine doğru uzanan bir manivela, onun altında da hayvanı yiyecekle ödüllendirmeye olanak sağlayan yiyecek kabı olan bir kutudur. Elektrik devresiyle manivelaya bağlanmış bir araç da deneğin manivelaya her basışını kâğıt üzerine kaydeder. Fare kutuya konulduğunda, korku belirtileri gösterir. Fakat kutuyu tanıdıkça korku belirtileri kaybolur. Çeşitli davranışlar yapar; duvar ve aralıkları koklar, tabanı ve duvarları tırmalar, koşar ve en sonunda manivelayı hareket ettirir. Bu davranımı rastlantıyla yapar. Manivela hareket edince, depodan otomatik olarak çıkan bir yiyecek parçası yiyecek kabına düşer. Bu farenin manivelaya ilk basışı ve kutudaki ilk ödülüdür. Aç olduğu için yediği az miktardaki yiyecek onu daha da fazla acıktırır ve daha büyük bir çaba ile etrafı araştırmaya başlar. Ancak, dördüncü defa rastlantıyla manivelaya bastıktan sonra, olup bitenleri anlamaya başlar, yani koşullanır. Bu noktadan sonra, fare manivelaya basıp yiyeceği yeme davranımlarını son derece hızlı bir biçimde sürdürür.
Edimsel koşullandırmada öğrenilecek davranımla pekiştirme arasında geçen sürenin uzun olması öğrenmeyi geciktirir. Bu gecikmeyi kısaltmak için, gerekli görüldüğünde davranışa şekil verilir. Yapılan şekillendirme hızlı öğrenmeyi sağlar. Bir köpeğe zile burnuyla basmayı öğretmek için, köpek her zil bölgesine yaklaştığında yiyecek pekiştirici olarak verilebilir. Böylece zile daha çok yaklaşması sağlanarak davranışı biçimlendirilir.
Klasik Koşullanma İle Edimsel Koşullanma Arasındaki Farklar
· Klasik koşullanmada uyarıcı belirlidir ve bu uyarana doğrudan tepkisel davranış yapılır. Edimsel koşullanmada ise davranışlar rastlantısal olarak yapılır.
· Klasik koşullanmada uyarıcı, tepkiden önce gelir. Edimsel koşullanmada çeşitli davranımlardan sonra pekiştirme yapılır.
· Klasik koşullanmada pekiştirme davranımdan bağımsızdır. Edimsel koşullanmada pekiştirme davranıma bağlıdır. Denek doğru, uygun davranımı yaptığında pekiştirme yapılır, aksi halde pekiştirme yapılmaz.
· Klasik koşullanmada organizma pasiftir, yalnız uyaranları beklemektedir. Edimsel koşullanmada organizma aktiftir.
Koşullanma Yoluyla Öğrenmenin Temel Kavramları
· Pekiştirme: Bir uyarıcıya gösterilen tepkinin ödül ya da ceza yoluyla güçlendirilmesidir. Ya da bir davranışın ortaya çıkma olasılığını artıran her türlü uyarıcıdır. Klasik koşullanmada pekiştirme koşullu ve koşulsuz uyarıcıların verilmesini ifade eder. Edimsel koşullanmada, istenen davranışın ortaya çıkma sayısını artıran her uyarıcıdır. İki türlü pekiştirme vardır.
— Olumlu pekiştirme: Verildiği zaman davranışın ortaya çıkma olasılığını artıran pekiştiricidir. Örneğin; Farenin manivelaya basınca yiyecek alması.
— Olumsuz pekiştirme: Ortadan kaldırıldığı ya da verilmediği zaman davranışın ortaya çıkma olasılığını artıran pekiştiricidir. Örneğin; Skinner kutusunda fare, elektrik şokundan kurtulmak için de manivelaya basmayı öğrenir. Bu durumda hayvan acı verici durumdan kurtulmak amacıyla bu davranışı yapar.
· Genelleme: Belirli bir uyarıcıya koşullanan tepki, bu uyarıcıya benzer uyarıcılara da gösterilirse genelleme yapılmış olunur. Bir deneyde kırmızı ışığa koşullandırılmış bir köpek, sarı renkteki ışığa da aynı tepkide bulunursa genelleme yapmış olur. Makinenin nadiren jeton geri vermesine alışmış biri, her defasında geri jeton bekleyebilir. Burada, koşullu uyarıcıya gösterilen koşullu tepki, koşullu uyarıcıya benzer olan uyarıcılara da gösterilerek genellenmiştir. Genelleme, öğrenilmiş bir davranımın çeşitli durumlarda işe yaramasını sağlar.
· Ayırt etme: Bir nesneyi diğer nesnelerden ayırmadır, ya da farklılıklara yapılan tepkidir. Ayırt etme bir anlamda genellemenin karşıtı, bir anlamda da tamamlayıcısıdır. Beyaz önlüklü herkesten korkan bir çocuğun daha sonraları yalnız beyaz önlüklü doktorlardan korkması ayırt etmedir.
· Sönme: Bir uyarıcıya gösterilen tepkinin ortadan kalkmasıdır. Pavlov’un deneylerine göre, koşullanmış olan köpeğe ışıktan sonra et verilmezse ve bu durum belirli aralıklarla sürerse, köpek bir süre sonra salgılama yapmamaya başlar. Koşullu tepki kaybolur. Bu duruma koşullanmanın sönmesi denir.
· Kendiliğinden geri gelme: Söndürülmüş ya da bastırılmış koşullu tepkilerin zaman içinde kendiliğinden ortaya çıkmasıdır. Sönme olayı davranışı tümüyle ortadan kaldırmaz. Işığa koşullanmış olan köpeğe belirli bir süre, ışıktan sonra et verilmezse köpek bir süre sonra salgılama yapmamaya başlar. Ancak, birkaç gün sonra köpeğin ışığa yeniden salgılamada bulunduğu görülür. Bu tür tepkiye kendiliğinden geri gelme denir.