Create a Myspace LED Scroller


 
BURAK KARLI
BURAK KARLI  
  Ana Sayfa
  => 11.SINIF TC INKILAP TARIHI
  => 11.SINIF COĞRAFYA
  => 11.SINIF TÜRK EDEBİYATI
  => 11.SINIF BİYOLOJİ
  => 11.SINIF PSİKOLOJİ
  => 11.SINIF FELSEFE
  => 10.SINIF TÜRK EDEBİYATI
  => 10.SINIF TARİH
  => 10.SINIF COĞRAFYA
  => FIKRALAR
  => ANLAMLI SÖZLER
  => MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
  => GTA VİCE CITY HİLELERİ
  => GTA SAN ANDREAS HİLELERİ
  => ŞİFALI BİTKİLER
  => 29 OCAK 2009 HABERLER
  ZİYARETÇİ DEFTERİ
  HOŞGELDİNİZ
11.SINIF FELSEFE

   FELSEFENİN KONUSU

                                  

NEDİR FELSEFE?

Grekçe philosophia teriminden kaynaklanan felsefe, iki sözcüğün birleşmesinden oluşmuştur. Phillia (sevgi); Sophia (bilgi, bilgelik) anlamındadır.

İlk defa Yunanlı filozof Pythagoras, insanın bilgeliğe ulaşamayacağını ancak onu sevebileceğini söyleyerek kendisine “Ben filozofum” dermiş. Philosophia önce Latinceye oradan diğer Avrupa dillerine, daha sonra Arapçaya ve Türkçeye Felsefe olarak geçmiştir.

Felsefe terimi, gerçek anlamını Platon ve Aristoteles felsefesinde bulur. Aristo, felsefeyi “Var olanların ilk temellerini ve ilkelerini araştıran bir bilgidir.” şeklinde tanımlar.

M.Ö. VI. yüzyıla gelinceye kadar Yunanlılar da zamanın diğer toplumları gibi, doğa ve insanların aynı güçler tarafından yönetildiğine inanıyor, toplum ve doğal olayların açıklanmasını ise Tanrıların iradesine bağlayarak mitolojik bir şekilde yapıyorlardı. M.Ö.VI. ve V. yüzyıldan itibaren evreni hangi güçlerin yönettiği değil, olayların nasıl cereyan ettiği üzerinde düşünülmeye başlanınca mitolojiden felsefeye geçişin de temelleri atılmış oldu. Felsefenin doğuşuyla birlikte, doğa, Tanrıların iradesine bağlı olmaktan çıkmakta, doğa ve toplum olayları farklı dünyalar olarak değil, tek bir dünya olarak ele alınmaya başlanmaktadır.

Felsefeyi tanımlamak istediğimizde, her felsefi görüşün, bağlı olduğu değerler ve inanç sistemlerine göre felsefeyi tanımlayışının farklı olduğunu gördük. Kant’ın tanımı genel bir anlayış ve sınırlı bir tanımdır ve derki; “felsefe kendisini akla dayanan nedenlerle meşru kılmak veya haklı çıkarmak iddiasında bir zihinsel etkinlik biçimidir.” Burada akla dayanan nedenlerden, insanın her türlü deneyimi, gözlemini, bunlara dayanan her türlü akıl yürütmesini ve sezgisini içine alan geniş bir nedenler grubunu anlamak gerekir. Haklı çıkarmak veya meşrulaştırmak iddiasında ise herhangi bir önermeyi, bu önermeyi ileri sürmeyi mümkün kılan kanıtı temel veya gerekçelerle ortaya koymayı anlamak gerekir.

Farklı düşünürlerin ortak tanımı “felsefenin bilgi sağlayan bir faaliyet olmasıdır” şeklindedir.

Bazı düşünürlere göre ise, felsefenin tanımı yapılamaz; çünkü o bir üst dildir. Nasıl tanımlanırsa tanımlansın, felsefe mitos, din ve şiirden doğdu. Zamanla içinde taşıdığı bu öğelerden arındı; bilimsel ve özgür düşünmenin temellerini atarak gelişti ve gerçeği bütünüyle açıklamaya çalıştı. Sonuçta, genel olarak felsefeyi, gerçeği tümüyle ele alıp inceleyen ve bunun sonucunda ulaşılan bilgileri yorumlayan ve sistemleştiren bir uğraş alanı olarak tanımlayabiliriz.

İlk zamanlarda tüm bilimleri kapsayan felsefeden zamanla matematik, fizik, antropoloji, biyoloji, kimya, sosyoloji, psikoloji v.b. ayrıldı. Çağımızda bazı düşünürler, felsefenin konusunun yalnız dil ve mantık olduğunu ileri sürüp savunmaktadırlar. Böyle olmakla birlikte felsefe ve bilim birbirinden tümüyle kopuk değildir. Tersine çok sıkı bir ilişki içindedirler. Her bilimsel gelişme buluş, icat, geçerli ve güvenilir bilgi felsefeyi etkiler ve değiştirir. Felsefenin ufuklarını açar. Yeni felsefelerin doğmasına neden olur. Artık her bilimin felsefesi olmaya başlamıştır. Bilim felsefesi denen alan büyük bir önem kazanmaya başlamıştır.

Bilim gerçeği parçalara ayırarak inceler. Örneğin fizik maddenin hareketini, enerjiyi, kimya maddenin yapısını, biyoloji canlılar dünyasını, sosyoloji toplum, kurum ve kişiler arasındaki ilişkileri, psikoloji insan davranışlarını, eğitim istendik davranışları ele alır. Oysa felsefe gerçeği bir bütün olarak ele alıp inceler. Aynı zamanda hem felsefe hem de bilim bir süreçtir. Bu sürecin sonunda her ikisi de bilgi elde ederler.

Hem bilimde, hem de felsefede doğruya, elde edilen ve kullanılan bilgiye sürekli eleştirisel bir gözle bakılır. Sürekli her yanıttan şüphe ederler. Şüphe soru sormayı gerektirir. Böylece hem felsefe hem de bilimde sorular önemli bir hal alır.

Bütün bunların yanında, bilimsel önermelerin evrende bir karşılıkları vardır. Kanıtlanan türdendirler. Oysa felsefi önermeler genellikle analitik ve bazen de metafiziktir, yani kanıtlanacak türden değildir.

Felsefe;

* Hakikati araştırırken bütün zamanlar için geçerli olabilecek bilgiler yükü ortaya koymaz. Çünkü felsefede bilgiden çok bilginin aranması önemlidir. “Kant; felsefe değil, felsefe yapmak öğrenilir.” derken bu düşünceyi anlatmak istiyor.

* Felsefe, mevcut olan her şey üzerinde düşünür ve onların içerikleri hakkında soru sorar. Felsefe her şeyden önce bir düşünme çabasıdır. Felsefe yapmak, düşünmek, sorgulamak ve yorumlamaktır. Bilim adamları bilinen, kavranılan ve ispat edilen şeylerle yetinirken; Felsefe (filozof) bunlarla yetinmez. Sorularıyla düşünerek ilk nedenlerini araştırır ve derinlemesine iner.

* Felsefeyle tanışmanın yolu sorular sormaktan geçer.

* Felsefe, var olan şeylerin bütünü üzerinde durur ve var olan şeylerin ortak olan , birleştirici olan niteliği ortaya koymaya çalışır.

* Filozof , ortaya koyduğu sistemini aklın ve mantığın genel kontrolü altında oluşturur ve geliştirir. Bunun için her felsefe sistemi akla uygundur. Yani kendi içinde tutarlıdır.

* Felsefe ile toplum arasında her zaman yakın bir ilişki vardır. Filozof belli bir coğrafi yerde toplum içinde yaşadığı için o yerin ve o toplumun özellikleri ve sosyal değerleri filozofun düşüncelerini etkiler.

 

Felsefede önemli olan soru sormaktır. Hatta sorular cevaplardan daha önemlidir. Felsefenin soruları diğerlerinden farklıdır ve genellikle “nedir?” sorusudur. Diğer bilimlerin sorularından faklı olarak “anlamı nedir?”  tarzında soru sormasıdır. Bu tarz soruların kesin cevabı yoktur. Zaten felsefenin cevap kaygısı yoktur. Çünkü doğrularda amaç, bilginin aranmasıdır.

 

Felsefenin sorularını filozof sorar ve genellikle diğerlerinden farklıdır. Kısaca, günlük sorularda eylemde bulunmak, felsefenin sorularında ise aklın gücüne başvurmak gerekir.

Niçin felsefe gereklidir ?

Felsefe, düşünmeyi öğreten bir sanattır. Bizler insanız; akıl sahibi bir varlık olarak insanın en temel özelliği, düşünmesini bilmesi ve düşündüğünü çeşitli biçimlerde diğer insanlara aktarmasıdır. Bu farklılığı bilinçli bir biçimde ortaya koymak ancak felsefe ile olanaklıdır. İnsanın doğası onun düşünmesi gerektiğini söyler. Felsefe, insanın aklını veya diğer düşünme yeteneklerini kullanarak var olan hakkında soru sorup, cevap arama etkinliğidir.

 

            Bazı Filozof’ların Felsefe hakkındaki görüşleri şu şekildedir;

            SOKRATES        ; Felsefe, neleri bilmediğini bilmektir.

            PLATON            ; Felsefe, doğruyu bulma yolunda, düşünsel bir çalışmadır.

ARİSTOTELES   ; Felsefe, ilkeler ya da ilk nedenler bilimidir.

CAMPENELLA     ; Felsefe, eleştiridir.

B. RUSSELL       ; Felsefe, bilimle teoloji arasında kalan ve her iki taraftan saldırıya uğrayan “hiç kimsenin ülkesi” dir. 

J. LOCKE           ; Felsefe, bütün düşüncelerimizin duyumlarımızla, gerçek âlemden geldiğini kanıtlamaktadır.

I. KANT             ; Felsefe, bilginin nasıl mümkün olabileceğini öğretmektir. Bu da bilginin kendisini eleştirisiyle gerçekleşir.

Felsefenin çok geniş bir alanı vardır. Bu nedenle farklı konuları inceleyen çeşitli alt dallara (disiplinlere) ayrılmıştır. Bunlar;

* Bilgi felsefesi ( Epistemoloji ).

* Bilim felsefesi.

* Varlık felsefesi ( Ontoloji ).

* Ahlak felsefesi ( Etik ).

* Siyaset felsefesi.

* Sanat felsefesi ( Estetik ).

* Mantık felsefesi.

* Dil felsefesi.

* İnsan felsefesi ( Felsefi antropoloji ).

* Değer felsefesi ( Aksiyoloji ).

 

Felsefenin Amacı

            Bilgi sağlamaktan ziyade, başka yollardan elde edilen bilgileri sorgulamak, eleştirmek ve açıklığa kavuşturmaktır.

Felsefenin İşlevi

            İnsana pratik bir fayda sağlamak değil,insanın bilme,anlama ve gerçeği görme ihtiyacını gidermektir. Felsefe insanlara, eleştirel bir bakış açısı ve sistemli düşünme alışkanlığı kazandırır. Ayrıca felsefe için şunları da söyleyebiliriz;

* İnancın biçimlenmesinde etkisi olmuştur. Örneğin; Hıristiyanlığın temellendirilmesin de felsefeden yaralanılmıştır.

* Filozofların düşünceleri, büyük oluşum ve düşüncelerin ortaya çıkmasında etkili olmuştur. Fransız Devrimi gibi.

* İnsanların daha iyiye doğru ulaşabilmek için sorgulayabilmelerine katkıda bulunur.

* Felsefi düşüncelerle insan her konuda akıl yürütebilmesi için gerekli temelleri sağlar.

* Felsefe, bilime ürettiği sorularla yardımcı olur.

* Felsefe sayesinde binlerce yıldan beri ortaya konan fikir ve düşünceleri , bu düşünceleri yansıtan kavramları tanıma olanağı sağlar.

 

Bilginin Tanımı                 

İnsan, çevresiyle sürekli ilişki halindedir. Bu ilişki sürecinde karşılaştığı nesneleri algılar insan. İşte bilinçli bir varlık olan insandaki bu algılama etkinliğine bilme, bu etkinlik sonucu elde edilen ürüne de bilgi denir.

Bilgi edinmede iki öğe vardır. Biri bilinç sahibi insan (suje, özne), diğeri ise insan bilincinin kavramaya yöneldiği varlık (obje, nesne). Bilgi, bu iki öğe arasında kurulan ilişki sonucu ortaya çıkan ürünlerdir. Suje; bilgiye yönelen, bilmeye çalışandır yani insandır. Obje ise, bilgiye konu olan, bilinen, somut ve soyut tüm varlıklardır.

Bilen ve bilinen arasındaki ilişkiyi kuran “Bilgi Aktları’dır.”  Bilgi aktı, sujeden objeye yönelen bilinç eylemidir. İnsan bilmek istediği her şeye bilgi aktlarıyla yönelir. Bilgilerimiz, bilgi aktlarının bir ürünüdür. Başlıca bilgi aktları; algı, düşünme, anlama ve açıklama aktlarıdır.  

 

Bilgi Türleri ve Özellikleri

a) Gündelik (Ampirik) Bilgi

İnsanın günlük algılarının, duyu organlarının bildirdiklerine dayanarak elde edilen bilgidir. Düzensiz, sübjektif, sezgisel, sonuçları kesin olmayan, tecrübelere dayanan bilgidir. Günümüzde insanların gündelik bilgilerden yararlandıklarını görmekteyiz. Örneğin, çeşitli hastalıkların tedavisinde, bazı otların veya çiçeklerin hastalığa iyi geldiği bilgisi, gökyüzünde bir bulut veya kızartı görünce yağmurun yağacağına, vs inanılması. Bu tür bilgilerde “ olayların nedeni ” açıklanmadığından bilim bu tür bilgilere itibar etmez.

Midesi ağrıyan birinin kekiği kaynatıp içtikten sonra ağrısının geçmesi üzerine “Kekik suyu mide ağrısına iyi gelir demesi v.b. gündelik bilginin özellikleridir.

* Gözlem ve deneyimlere dayanır

* Neden sonuç ilişkisi akıl ile temellendirildiği için  “düzensiz” bilgilerdir .

      * İnsan yaşamını kolaylaştırıcı özelliğinin yanı sıra yanıltıcı da olabilir .

      * Sübjektiftir (Özneldir) .

 

            b) Dinsel Bilgi

Varlığı inanç aracılığıyla kavrayan bilgi çeşididir. Dini bilgide suje ile obje arasındaki ilgi inanç bağına göre kurulur. Dini bilgiye göre, Allah peygamber aracılığıyla bilgileri insanlara ulaştırır. Bu bilgiler vahye dayandığı için teknik kabul edilmez. Dini bilgi, inançtan sonra, inandıklarını uygulamasını ister.

* İnanç ve imana dayanır, eleştiri kabul etmez .

* Dogmatiktir. ( Dogma; Din ya da otoritelerce ileri sürülen bilgilerin kanıt aranmaksızın doğru sayılması. )

      * Değişmelere karşı dirençlidir .

* Ahlak kurallarını da içerir .

 

c) Sanat Bilgisi

Sanat, güzeli arayan, gerçekliği simgelerle açıklamaya çalışan bir etkinliktir ve varlığı derin bir şeklinde ele alan kavrama gücüdür. Sanat bilgisi, sanatçı (suje) ile yöneldiği obje arasındaki etkileşim sonucu oluşan bilgi türüdür. Örneğin, bir şair şiirinde ele aldığı konuyu tamamen kendine özgü olarak, kendi sezgi ve hayal gücüyle ortaya koymuştur.

* Kaynağında göreceli bir anlam taşıyan  “Güzellik” kavramı vardır .

* Ürünleri somuttur .

* Sübjektiftir (Özneldir) .

 

d) Teknik Bilgi

Bilimin pratik amaçlarla kullanılmasından doğan bilgi türüdür. Doğal nesnelerin şeklini değiştirerek, onların insan yaşamını kolaylaştıracak şeklinde kullanılmasıdır. Bilim doğayı anlamak ve açıklamak amacı güder , teknoloji ise , doğayı insan varlığının amaçları için kontrol altına almayı amaçlar. Teknik bilgi insana yarar sağlamayı amaçlarken, bunu kötü amaçlar için kullanan insanlar ortaya çıkabilir. Atom bombaları, çevre kirliliği, vs.

* Günlük bilgiye dayalı teknik bilgiler daha çok el becerisi deneyimlerini kapsar .

* İnsana fayda sağlayıp yaşamı kolaylaştırmayı amaçlar .

* Bilimsel bilginin gelişmesine katkıda bulunurlar .

 

e) Bilimsel Bilgi

Akla ve aklın yönettiği deneylere dayanarak ve yöntem kullanarak elde edilen sistemli bilgidir.Bilimsel bilginin anlamı oldukça geniştir. Evreni, evrenin içindeki varlıkları ve insanı her yönüyle ele alır ve araştırır. Bu konuları neden-sonuç ilişkisine göre araştırırken, konusu, yöntemi, objektifliği, sistemliği ve kontrol edilebilmesi ile diğer bilgi türlerinden ayrılır. Yani kesin sonuçlar ortaya koyar.

Bilimsel bilgi üç farklı grupta kendini gösterir;

Formel bilgiler ( doğada olmayan – düşünsel bilgilerdir. matematik, mantık, vs )

Doğa bilimleri ( doğada olan bilimlerdir. fizik, kimya,.. )

İnsan (beşeri)  bilimleri ( insanı konu alan bilimlerdir. Sosyoloji, tarih. vs.)

* Olgular arasındaki neden-sonuç ilişkisini araştırır .

* Doğruluk ve kesinlik taşır .

* Objektiftir (Nesneldir) .

* Yığılan (Kümülâtif)  ve ilerleyen bir bilgidir .

* Öngörü sağlama özelliği vardır .

* Evrenseldir .

 

f) Felsefi Bilgi

Felsefe, bilginin temelinde bulunan bir takım doğrulara ve insan davranışını yöneten ilkelere ulaşma çabasındadır. Bir düşünme etkinliği olarak felsefe, insanları ve yaşamın anlamı üzerine düşünmeyi sağlar. İşte söz konusu düşünme etkinliğinin sonucunda ortaya çıkan ürüne felsefi bilgi denir.

* Birleştirici ve bütünleştiricidir, varlığı bütün olarak inceler.

* Kişiseldir.Yani sübjektiftir.

* Yığılma gösterir, birikimli ilerleme özelliğine sahip değildir.

* Sorgulayıcı ve eleştiricidir .

* Tarihten soyutlanamaz.

* Sonuç doğruluğu ve kesinlik taşımaz .

* Akla ve aklının ilkelerine uygundur.

* İlgilendiği sorunlar açısından Evrenseldir .

* Nedenler üzerinde araştırma yapar .

 

 Felsefenin Çeşitli Alanlarla İlişkisi

 a) Felsefe –  Bilim Arasındaki İlişki

 Felsefe’nin Bilim’le ortak yönleri şunlardır;

* Felsefe de , bilim de yöntemli , sistemli , tutarlı bir araştırma etkinliğidir .

* Felsefenin ve Bilimin ortaya koyduğu sonuçlar geneldir .

* Felsefenin ve Bilimin amacı , Dünyayı ve İnsan yaşantısını anlamaktır .

Felsefe’nin Bilim’le farklı yönleri şunlardır;

            * Felsefenin ve Bilimin yöntemleri farklıdır. Bilim, Bilimsel yöntemi kullanır. Felsefenin böyle belirlenmiş bir yöntemi yoktur.             

* Bilimin sonuçları nesnel , Felsefenin sonuçları ise özneldir .

* Bilim varlığı bölerek inceler , Felsefe ise varlığı bütün olarak ele alır .

 

b) Felsefe – Din Arasındaki İlişki 

Felsefenin Din ile ortak yönleri şunlardır;

* Dinin de, Felsefenin de konuları; doğa, doğaüstü, insan ve insani değerlerdir.

* Dinin ve felsefenin amacı; ele aldıkları konularda doğru bilgiler ortaya koymaktır.

Felsefenin Din ile farklı yönleri şunlardır;

* Felsefenin ve Dinin yöntemleri farklıdır; Felsefe sonuçlarını bilime ve mantıklı düşünmeye, Din ise tartışılmaz doğrular olan Dogmalara ve inanca dayandırır.

* Dinin doğruları tartışılmaz, eleştirilmez. Felsefenin ortaya koyduğu sonuçlar ise eleştiriye açıktır .               

 

c)  Felsefe – Sanat Arasındaki İlişki

Felsefenin Sanat ile ortak yönleri şunlardır;

* Felsefe ve Sanat öncelikle doğa ve sanatla ilgilenir.

* Felsefe ve Sanat’ta yaratıcılık söz konusudur.

* Felsefe ve Sanat’ta ürünler tek ve özneldir.

Felsefenin Sanat ile farklı yönleri şunlardır;

* Sanat tek olanı, Felsefe genel olanı inceler.

* Sanat kavramları somutlaştırarak somut ürünler

olarak ortaya koyar,  Felsefe ise kavramları sadece kavram olarak ele alır ve soyut ürünler ortaya koyar.

* Sanat insanın duygularına, Felsefe ise insanın aklına seslenir.

* Sanat güzele, Felsefe ise mutlak doğruya yönelir.

BİLGİ FELSEFESİ (EPİSTEMOLOJİ)

 

 

 

A) Bilgi Felsefesinin Konusu

Felsefenin, insan bilgisinin imkânını, kaynağını, sınırlarını ve ölçütlerini araştıran dalına Bilgi Felsefesi (Epistemoloji)  adı verilir.

Bilginin ne olduğu, bilginin kaynağı, bilginin değeri, ilkeleri ve sınırlarının açıklanması Bilgi felsefesinin konusunu oluşturur .

 

Bilgi Kuramı (Epistemoloji)

Çeşitli bilgi alanlarındaki bilimlerin genel yasalarını inceleyen felsefe disiplinine Bilgi Kuramı (Epistemoloji) denir. Epistemoloji bilgiyi bir Obje olarak ele alır ve bilginin yapısını ortaya koymaya çalışır. Bilgi kuramı bilginin ne olduğunu, hangi yolla elde edildiğini, amacını araştırır. Bir yandan bilginin özünü, ilkelerini, kökenini, yapısını, kaynağını araştırır, diğer yandan bilginin yöntemini, geçerliliğini, koşullarını, olanak ve sınırlarını sorgular.

1 – Bilgi Kuramının Temel Kavramları

Bilgi, Suje, Obje, Gerçeklik, Doğruluk gibi kavramlar Bilgi kuramının temel kavramlarıdır .

      * Bilgi;  Bilen ile bilinmesi istenilen varlıklar arasında kurulan ilişkiden doğan üründür .

      * Suje;  Bilgiyi ortaya koymak için nesneye yönelendir yani insandır .

            * Gerçeklik; Somut olan ve bilinçten bağımsız olarak dış dünyada var olandır. Örneğin; Dünya, denizler, dağlar   

            ..v.b. gerçekliktir .

            * Doğruluk; Varlığa değil o varlığın bilgisine ait bir özelliktir. Örneğin; Evimizdeki bir vazonun cam ya da seramik olduğunun söylenmesi .

 

            2 – Bilgi Kuramının Temel Soruları

            Bilginin değeri ile ilgili sorular ve bilginin kaynağı ile ilgili sorular olmak üzere iki grupta toplanabilir.

I – Bilginin Değeri İle İlgili Sorular;

Bilginin değerini , doğruluk ve geçerliliğini araştıran sorulardır. Neleri ne derecede bilebileceğimiz konusu üzerinde durulur.

* Genel geçer doğru bilgi var mıdır ?

* Bilgi nedir  ?

* Bilgi Objeleri doğru olarak yansıtır mı  ?

* İnsan varlığı gerçekten bilebilir mi ?

* Doğru bilginin ölçütü nedir ?

* Hakikat nedir ? Hakikat tek ve mutlak mıdır  ?

 

II – Bilginin Kaynağı İle İlgili Sorular; 

 Bilginin nereden kaynaklandığı konusu üzerinde durulur .

* Bilgi nasıl meydana gelir ?

* Bilgiyi meydana getiren etkenler nelerdir ?

* Bilginin kaynağı nedir  ?

* Bilgi doğrudan doğruya aklın bir ürünümüdür  ?

* Suje ve Obje arasındaki bağlantı ne aracılığıyla kurulur ?

 

MANTIK

Düşünceleri, düşünceler arasındaki bağları ve düzeni yöneten yasa ve ilkeleri inceleyen bilimdir. Ayrıca doğru düşünme yöntemine Mantık denir. Doğru düşünme, mantık ilkelerine (Özdeşlik, Çelişmezlik, Üçüncü Halin İmkânsızlığı) uygun düşünmektir. Bilgilerimizin doğruluğunu mantıksal çözümlemeler aracılığıyla bulabiliriz. Bu açıdan Mantık, doğru düşünmenin yasalarını belirleyen bilimdir.

Mantık, Tümdengelim türü akıl yürütmelerle ilgilenir. Tümdengelim, zihnin, genelden özele gidişidir. Mantık, genel ilkelerden çıkarımlarda bulunur. Bu nedenle Normatif  (kural koyan) bir bilimdir .

 

B) Bilgi Kuramının Temel Problemi (Doğru Bilginin İmkânı Problemi )

Bilgi kuramının temel sorusu, “Genel geçer, doğru bilgi var mıdır ?” sorusudur. Başlangıçta, herkes için geçerli bilginin olup olmayacağı sorusuna uzun süre duyarsız kalınmıştır. Filozoflar bu konuyu bir problem olarak ele almamışlar, gözlemlere dayanılarak elde edilen bilgi ve izlenimlerin gerçeği doğru olarak yansıttığına inanmışlardır. Bilgi konusundaki bu tavır; sistemsiz, yöntemsiz deneycilik (Naiv ampirizm) adını alır. Bu tavrı benimseyenler, kendi zihinsel güçleri üzerinde çok fazla durmaya gerek görmemiş, doğru bilginin duyular aracılığıyla zaten kendiliğinden elde edilebileceğini kabul etmişlerdir.

Bilgi kuramında “İnsan, herkes için geçerli, doğru bilgiler edinebilir mi ?” sorusuna iki farklı yanıt verilmiştir. Bunlar; Doğru bilginin imkânsızlığı ve Doğru bilginin mümkün olduğunu savunan görüşlerdir.

 

            1 – Doğru Bilginin İmkânsızlığı

            Felsefenin ilk dönemi “Doğa Felsefesi”dir. Bu dönemde Filozoflar öncelikli olarak evreni oluşturan Ana Maddenin (Arkhe) ne olduğunu bulmak istemişlerdir. Dinsel bilgilerin, Mitolojik efsanelerin, gözlemlerin akıl yürütmelerin ışığı altında Arkhe’yi açıklamaya çalışmışlardır. Arkhe kimi Filozofa göre; Ateş, Toprak, Su, Hava, Sayı olmuştur. Bazı Filozoflar bunlardan birinin değil, hepsinin birlikte evreni oluşturan ana madde olduğunu ifade etmişlerdir

            Sonuçta Filozoflar bir birleriyle çelişen görüşler ileri sürmüşler, kendi görüşlerinin doğru, diğerlerinin görüşlerinin yanlış olduğunu kabul etmeleri M.Ö. 5. Y.Y’da bu görüşleri kuşku ile karşılayan bir grup düşünürün ortaya çıkmasına neden olmuştur. Sofist adı verilen bu düşünürler Felsefe tarihinde bilgi kuramı açısından ilk kuşkuculardır. Doğru bilginin imkânsız olduğunu savunan bir diğer görüş Septisizm’dir .

                       

            I – Sofistler “İnsan varlığı öznel olarak bilir.”  

            Bilen, bilgili kişi anlamına gelir. Sofistler gezgin, parayla ders veren öğretmenlerdir. Öğrencilerine hitabet sanatını, güzel konuşmayı öğretirlerdi. Doğa sorunu yerine insan ve toplumu ön plana çıkarmışlardır.Dönemlerinin tüm kurumlarını   (Devlet, Din, Ahlak) ve değerlerini eleştirmişlerdir. Sofistler için değerli olan doğruluk değil, kişiye faydalı olan, onu başarıya götüren bilgilerdir. Doğru bilgi insana göre değişmektedir.

            Önemli Sofist düşünürler Protagoras ve Gorgias’tır .

            * Protagoras; Çevremizdeki her şeyin sürekli değiştiğini, bu nedenle belli bir şey olmadığını söyler. Algılarımız, objeyi bize, ancak bizim algılama anındaki durumumuza göre bildirir. Bu nedenle tek bilgimiz duyular yoluyla elde edilen algılar ve bunlardan doğan sanılardır (Sanı; duyular yoluyla elde edilen bilgiler). Böylece Protagoras “İnsan her şeyin ölçüsüdür” diyerek tüm bilgilerimizin duyumlardan geldiğini ve duyu organlarının verdiği bilgilerin insanlara göre değiştiğini kabul eder. Bu durumda onun için, genel geçer doğru yargılarların varlığı söz konusu olamaz. Bu anlamda Protagoras Rölâtivist’tir.( Doğru bilginin insana göre değiştiğini söyleyen görüşe Rölativizm - Görecelik denir.)

            * Gorgias; Genel geçer doğru bilgilerin olmadığı konusundaki kuşkuculuğunu üç evreden oluşan bir kanıtlamayla dile getirir;

— Bir şey yoktur; Çünkü olsaydı, bu ya olmuş ya da öncesiz bir şey olurdu. Öncesiz olamaz, yoksa sonsuz olurdu; sonsuz olansa, hiçbir yerde yok. Ne kendisinde, ne başka şeyde, ne de hiçbir yerde olmadığına göre, bir şey yoktur.

— Bir şey olsaydı da, bilinemezdi; Çünkü varolanın bilgisi olsaydı, var olan düşünülmüş olurdu, var olmayan da düşünülemezdi bile. O zaman da yanılma olmazdı.

— Bilseydik de başkalarına anlatamazdık; Çünkü bildirme sözlerle olur. Sözse, var olandan başka bir şeydir. Bir başkasına renkleri nasıl bildirebiliriz ?

Bu görüşüyle Gorgias mutlak bilginin olamayacağını kabul etmekle kalmamış, varlığın var olduğunu ve insanlar arasındaki iletişimi de reddetmiştir.

 

      II – Septisizm  “Gerçeğin özü bilinemez.”  

            Septisizme göre gerçeğin özünü bilmek olanaksızdır. Ancak Septisizm gerçeği bütünüyle reddetmek değildir. Gerçeği bütünüyle reddetmek kesin bir yargıda bulunmak olur. Oysa Septisizm olumlu ya da olumsuz bir yargıda bulunmaktan kaçınmaktır.           

            Önemli Septik düşünürler Pyrrhon ve Timon’dur .             

            * Pyrrhon; İlk çağ felsefesinde kuşkuculuğu sistemli bir görüş haline getirmiştir. Pyrrhon’a göre, gerçekte nesnelere ait bilgilerimizin hiçbiri ne doğru ne yanlıştır. Tek bilgi kaynağımız duyumlarımızdır. Ancak duyumlarla edinilen bilgiler her insan için aynı değildir. İnsanın içinde bulunduğu durum ve koşullar onun duyumlarını etkiler. İnsan, sadece olayları ve olaylar arası ilişkileri anlar, varlığın kendisini ve nesnelerin ne olduğunu anlayamaz. Varlıkların ne olduğuna ilişkin herhangi bir yargı, doğru ya da yanlış olmadığı gibi, bunun çelişiği de doğru ya da yanlış değildir. Bu nedenle insan, varlık ve onun bilgisi hakkında kesin bir yargıda bulunmamalıdır. İnsanı yaşamda mutluluğa ulaştıracak tek yol budur. Pyrrhon’a göre, hiçbir konuda hüküm vermeme tavrı, insanı gereksiz korku ve sıkıntılardan kurtararak ruhsal sükûnete (ataraksiya) götürür.

            * Timon; Ona göre, nesneler kesin olarak birbirinden ayırt edilemezler. Nesneler değişme içindedirler ve haklarında bir yargı verilemez. Algı ve tasavvurumuz, nesnelerin değişmesi karşısında ne doğru ne de yanlıştır. Bunun için algı ve tasavvurumuza güvenemeyiz. Eğer böyle hareket edersek o zaman ilkin nesneler hakkında yargı vermekten kaçınmaya, sonra da ruhun mutluluğuna ulaşırız.   

 

            2 – Doğru Bilginin İmkânı

            Hangi yolla olursa olsun insan doğru bilgiye ulaşabilir tavrı Felsefede Dogmatizm adını alır. “İnsan varlığı doğru ve kesin olarak bilir” anlayışı doğru bilginin mümkün olduğunu kabul ediştir.

            İnsanın ulaştığı bu doğru bilgilerin kaynağı konusunda farklı görüşler ortaya konulmuştur. Bu görüşler ve önemli temsilcileri şunlardır;

            I – Rasyonalizm (Akılcılı) “Akla dayanan bilgi doğru bilgidir”

            Doğru bilginin akla, onun bir fonksiyonu olan düşünmeye dayandığını ileri süren görüştür. Zorunlu, kesin ve genel – geçer bilgi akıldan, düşünceden doğar. Duyum ve algılar insana geçici, doğruluğu kesin olmayan bilgiler verir. Doğru bilgilerimizi doğuştan getirdiğimiz akıl ilkelerinden ediniriz.

            Önemli Rasyonalist düşünürler şunlardır;

a) Sokrates (M.Ö. 469–399) “Bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir”

Ona göre insan bilgilerini doğuştan getirir. İnsan ruhunda uyku halinde bulunan bilgiler Doğurtma sanatı / Maiyotik yöntem ile açığa çıkarılır.

Karşılıklı konuşmaya dayanan bu yöntemin ilk aşamasında Sokrates değişik sorular sorarak karşısındaki kişinin hiçbir şey bilmediğini göstermeye çalışır. Bu aşama İroni - alay aşamasıdır. İkinci aşamada farklı sorular sorularak kişiden konu hakkında bilgiler alınır. Bu aşama Doğurtma aşamasıdır. Kişinin aklında olan doğru bilgiler ortaya çıkarılır.

Sokrates’e göre, insan doğru bilgileri elde edebilir. Çünkü bu bilgiler doğuştan insanın aklında vardır.

b) Platon (M.Ö. 427–347)

Platon’a göre, doğru bilgi ancak değişmeden kalan varlıklara ait olabilir. Çevremizde durmadan değişen varlıklar hakkında kesin bilgi edinilemeyeceğini düşünür. Buradan hareketle iki ayrı evren olduğu sonucuna ulaşır. Birincisi, içinde yaşadığımız ve duyularımızla algıladığımız Duyular Evrenidir. İkincisi ise, duyular evrenindeki her şeyin ilk örneklerini oluşturan, gerçek varlıkların bulunduğu İdealar Evrenidir. İdealar evrenin de değişme yoktur ve İdealar akıl ile kavranabilir.

Duyuların verdiği bilgiler aldatıcı ve mükemmellikten yoksundur. Platon bu bilgilere Sanı (Doxa) adını verir. Aklın verdiği bilgi ise kesin ve doğru bilgidir. Akıl, asıl gerçek olan İdeaları konu alır. İnsan ruhuyla İdealar, bedeniyle Duyular evrenine aittir. Ruh ait olduğu İdealar evrenini hatırlar. Bu hatırlama bize gerçek bilgiyi verir. Bu bilgi deneyden gelmeyen, akılda doğuştan bulunan bilgidir. Felsefenin görevi bu hatırlamayı kesinleştirip doğru bilgiler edinilmesini sağlamaktır .

(Felsefe tarihçileri Sokrates’in Felsefeyi gökten yere indirdiğini, öğrencisi olan Platon’un ise Felsefeyi tekrar göğe çıkardığını söylerler.)         

            c) Aristoteles (M.Ö. 384–322)

Platon’un öğrencisidir. Ancak Platon’un İdealarını gerçek varlık olarak kabul etmez. Ona göre gerçek olan, tek tek gördüğümüz nesnelerdir.

Aristoteles aklı ikiye ayırır. Edilgin akıl ve Etkin akıl.

Edilgin Akıl Duyular yoluyla aldığımız bilgileri işleyip şekillendirir. Etkin Akıl ise şekillendirilen bu bilgileri doğru bilgi haline getirir .

Aristoteles’e göre akıl, bilgi taşıyıcısı değil, bilgiyi üretendir. Akıl yapısı gereği dış dünyadan aldıklarını doğru bilgi haline getirir. Bunu yaparken de Tümdengelim yöntemini kullanır. “Bütün ağaçlar canlıdır“ önermesine dayanarak çamın, meşenin canlı olduğu yargısına ulaşmak.

d) Farabi (870–950)  

Aristoteles’in bilginin kaynağı konusundaki görüşlerini benimsemiştir. Farabi’ye göre iki türlü bilgi vardır. Duyusal bilgi ve Akli bilgi.

Duyusal Bilgi; Duyu organlarınca alınan, bilimsel değeri olmayan bilgilerdir. Akli Bilgi; Duyu organlarının verdiği bilgilerin işlenip kavramlara ve yargılara dönüştürülmesiyle elde edilen genel–geçer bilgilerdir.

            Farabi’ ye göre en güvenilir bilgi edinme aracımız akıldır. Akıl edindiği bilgi ile iyi–kötü, doğru–yanlış, güzel–çirkin ayrımını yapar. Gerçek olan tek varlık Allah’tır.

e) Rene DESCARTES (1596–1650)

            Yeniçağ Rasyonalizminin ve Analitik geometrinin kurucusudur. Ona göre Felsefede yapılacak şey, düşünmeye başlarken, sağlam bir nokta bulmalı ve bunun üzerinde birleştirmeler yapılmalıdır.

            Descartes işe kendisinden şüphe edilemeyecek gerçekler aramakla başlar. Ona göre dış dünyayı duyular yoluyla bilebiliriz. Ancak duyular yanıltıcıdır. Gördüğümüzü sandığımız şeyler bazen gerçek olmayabilir. Bu durumda varlıkların ve hatta Tanrı’nın varlığından bile şüphe eder. Geride şüphe edemeyeceği tek bir şey kalmıştır o da “Şüphe etmekte oluşumdur. Şüphe etmek düşünmektir. Düşünüyorum o halde varım. (Cogito ergo sum)”  sonucuna ulaşır. 

            Descartes bu bilgileri, duyulardan değil, doğrudan düşünceden üretmiştir. Yani doğru bilgiye akıl yoluyla ulaşmıştır. Şüpheyi, doğru bilgiye ulaşmak için bir araç olarak kullanmıştır.

f) Friedrich HEGEL (1770–1831)  

Hegel’e göre, deneye başvurmadan, sadece düşünce ile kesin, doğru bilgilere ulaşılabilir. Felsefesinin çıkış noktası Akıl’dır. “Akli olan gerçek, gerçek olan aklidir.” Varlıklar aklın bir ürünüdür. Kavramlar üzerinde düşünülerek kesin bilgilere ulaşılabilir.

Hegel’e göre her şey üç aşamalı bir biçimde oluşur. Tez Anti TezSentez. Hegel buna Diyalektik Yöntem adını verir. Diyalektik varlığı meydana getiren yasadır. Buna somut bir örnek verelim; Çiçek (Tez) - Çiçeğin yok olması (Anti Tez) - Meyve (Sentez). Çiçek, meyvenin ortaya çıkmasına yol açar. Ancak meyvenin ortaya çıkması için çiçeğin yok olması, ortadan kalkması gerekir. Bu bağlamda, olmakta olan her şey, hem var olan, hem de yok olan şeydir. 

VARLIK   FELSEFESİ (ONTOLOJİ)

 

                          

            Varlık Felsefesinin ana konusu varlık yani var olan her şeydir. Bu anlamda varlık; insan bilincinden bağımsız gerçekliği olan her şey (elma, çocuk, bina) olabileceği gibi, insan bilincine bağımlı şeylerde ( +, % , ? , 1 , 2 . . . ) olabilir. Bunlardan birincilereGerçek–Reel varlıklar“, diğerlerineDüşünsel–ideal varlıklar” denilir.

Gerçek varlıklar, uzayda (mekânda) bir yer kaplayan zaman içinde değişen ya da yok olabilen varlıklardır.

Düşünsel varlıklar, duyularla algılanamayan, uzay ve zaman dışında kalan nesnel gerçekliği bulunmayan varlıklardır.

Varlık Felsefesi (Ontoloji)  bu varlıkları bir bütün olarak ele alır, varlığın ne olduğunu yapısını ve türlerini araştırır.

            Varlığa, Felsefenin ve Bilimin bakışı farklıdır;

            * Bilime göre varlık; Bilimler araştırma yaptıkları alanlardaki varlıkların var olup olmadığını problem yapmazlar. Bilimler araştırma alanlarındaki varlıkların zaten var olduğunu kabul ederler. Ayrıca her bilim, belirli bir varlık alanı ile ilgile– nir.  Varlığı bir bütün olarak değil parçalara ayırarak incelerler.

            * Felsefe’ye göre varlık; Varlığı, varlık yapan ilkeleri ortaya koymaya çalışır. Varlığın bir görüntü mü, yoksa gerçeklik mi olduğu  sorununu  araştırır. Bunları yaparken de varlığı parçalara ayırmadan  bütün olarak ele alır.

 

Metafizik – Ontoloji Kavramları

Aristoteles, felsefe sözcüğünü, bilim sözcüğüyle aynı anlamda kullanmıştır. Farklı bilimleri, farklı felsefeler olarak ayırmış, tümünün temeli olan disiplini de “İlk felsefe” olarak adlandırmıştır. Aristoteles’in ölümünden sonra “ilk felsefe” ye ait eserleri fizik eserlerinden sonraya konmuş ve “fizikten sonra” anlamına gelen “Meta ta physika (Metafizik)” olarak adlandırılmıştır.

Aristoteles, “ilk felsefe” de şu konuları ele almıştır;

* Varlık açısından varlığın bilimi,

* Varlığın ilk ilkelerinin bilimi,

* Tanrısal şeylerin bilimi.

Metafizik sözcüğü, zamanla; Tanrı, ruhun ölmezliği, kader gibi konularla ilgilenen felsefe dalı anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Özellikle Orta Çağ felsefesinde varlık denilince, varlığın kaynağı olan Tanrı akla geldiği için metafiziğin görevi de Tanrı’nın varlığını, ruhun ölümsüzlüğünü ve evrenin varlığını kanıtlamak olarak görülmüştür.

Klasik metafiziğin ana konuları;

* Tanrı ve Tanrı’nın varlığının kanıtlanması, 

* Dünyanın varlığı,

* Ruh ve ruhun ölümsüzlüğü,

* Özgürlük sorunudur.

İ. KANT’a göre Metafizik; Evrenin varlığı, ruhun ölümsüzlüğü ve Tanrının varlığını kanıtlamaya çalışan düşüncelerdir. Bu sorunların insan aklının ve bilgisinin olanaklarıyla cevaplandırılmasını olanaksız görmüştür. Bu nedenle Kant’a göre, metafizik boş bir çabaydı. Metafizik, duyuüstü bir varlık dünyası hakkında bilgi türetmek istemekle, dogmatik ve spekülatif  (kurmaca) olmuştur. Bu anlamda metafizik bir bilim olmadığı gibi, ortaya koyduğu bilgiler de bilimsel değildir. Onun yerine Kant, eleştirel bir metafiziği öne sürer. Bu eleştirel metafizik, bilginin temellerini araştıracak ve bilginin deneyden gelmeyen öğelerini saptayacaktır. Böyle bir metafizik, eleştirel bir bilgi kuramı olacaktır. Kant’ın metafiziğe yaptığı bu eleştirilerden sonra metafiziğin bilgi değeri üzerine şüpheler doğmuş ve metafiziğe olumsuz bir anlam yüklenmiştir. Kant’ın bu olumsuz tutumu daha sonra pozitivistler ve pragmatistler tarafından da sürdürülmüştür.                  

N. HARTMANN’ göre Metafizik; Bilinmeyen, sonuna kadar çözümlenemeyen, çözümlenmesi de mümkün olmayan problemlerden oluşan bir alandır. Hartmann, böylece metafiziğin, bilimin kendi yöntemiyle ele alıp çözemediği problemleri içerdiğini savunmuş ve sınırlarını çizmiştir.

           Varlık sorununu araştıran metafiziğe, varlık bilimi anlamına gelen Ontoloji de katılır. Ontoloji kavramını felsefede ilk kullanan Christian Wolff’tur. Wolff metafiziği, Tanrı’nın, ruhun ve dünyanın varlığını ispat etmek isteyen ispatçı metafizik olarak kabul eder.

            Ontoloji, “var olanın bilimi” anlamına gelen Yunanca bir terimdir. Metafizik, genel anlamıyla ontolojiden daha geniş bir kavramdır. Ontolojinin konusu varlıktır. Oysa metafizik, varlığın yanı sıra Tanrı, ruh gibi kavramlarla da ilgilenir. Bu nedenle, metafizik ve ontoloji birbirinden farklıdır.

Hartmann’a göre ontoloji, sadece varlık konusuyla ilgilenir. Bu nedenle ontolojinin problemleri ile metafiziğin problemleri aynı değildir. Çünkü ontolojinin bazı problemleri zamanla çözülmüş ve felsefenin alanından çıkarak bilimin konusu halini almıştır. 

Fenomenoloji ekolüne göre Ontoloji; Her şeyin özünü araştıran disiplindir.

Genel anlamıyla Ontoloji; Varlığı bir bütün olarak ele alan, varlığın yapısını ve türlerini ortaya koymaya çalışan Felsefe disiplinidir.

Metafiziğin varlıkla ilgili temel soruları şunlardır;

* Varlık var mıdır?  

* Evren sonlu mu, sonsuz mudur?

* Varlığın kökeni nedir?

* Evrende amaçlılık var mıdır?

* Varlığın ana maddesi nedir?

* Doğada hangi tözler vardır?

* Evrende düzen var mıdır?

* Dünya bir amaca göre mi düzenlenmiştir?

* Evrende özgürlük var mıdır?

Varlık felsefesinin bu sorular doğrultusunda geliştirdiği bazı kavramlar vardır. Bunlar;

* Töz (cevher); Var olmak için kendisinden başka hiçbir şeye gerek duymayan varlıktır. Töze herhangi bir nitelik yüklenebilir, ancak töz başka hiçbir şeye yüklenemez. Örneğin; Platon’un İdeaları birer tözdür.

* Öz; Bir şeyi o şey yapan, kendisi olmadan o şeyin var olamayacağı şeydir. Öz, bir varlığın zorunlu özelliğidir. Örneğin; İnsanın düşünme niteliği onun özüdür.

* Gerçeklik; Var olan, dış dünyada nesnel bir varoluşa sahip olandır.

* Görünüş; Asıl var olandan, gerçeklikten farklı olarak duyularımıza görünen şeydir.

* Oluş; Meydana gelme, değişme ve başka şekillere girme anlamına gelir.

 

ONTOLOJİ AÇISINDAN VARLIK

            Ontoloji açısından varlık iki problem olarak karşımıza çıkar. Bu problemlerden ilki Varlığın var olup olmadığı problemi, diğeri Varlığın ne olduğu problemi’dir.

A) “Varlık”ın Var Olup Olmadığı Problemi

            “Varlık”ın var olup olmadığı problemi Felsefe tarihinde, Ontoloji’nin temel sorunlarından biri olmuştur. İnsan zihninin dışında bağımsız bir gerçeklik olarak “varlık var mıdır?” sorusuna “varlık yoktur” şeklinde yanıt veren görüşe           Nihilizm” ;“varlık vardır” şeklinde yanıt veren görüşe de “Realizm denir.

1 – Nihilizm (Hiççilik)

Nihilizm, varlığın var olmadığını, hiçbir şeyin bilinemeyeceğini ve değerli olmadığını savunan görüştür. Latince de “Hiç” anlamına gelen “Nihil” sözcüğünden türeyen Nihilizm; bilgi, ahlak ve varlık felsefesiyle ilgili bir öğretidir. Nihilizmin bilgi felsefesindeki sonucu, aşırı bir kuşkuculuk; ahlak felsefesindeki sonucu, anarşizm ve varlık felsefesindeki sonucu da varlığın var olmadığı görüşüdür.

Nihilizmin en güzel örneğini sofist düşünür Gorgias’da görürüz. Gorgias “Hiçbir şey yoktur. Olsaydı da bilinemezdi. Bilinse de başkasına bildirilemezdi” diyerek insan bilincinden bağımsız bir biçimde varlığın olamayacağını ortaya koymuştur.

            Aynı şekilde M.Ö. 6. yüzyılda Çin’de ortaya çıkan Taoizm (Çin Felsefesi)  de varlığın olmadığı konusunda Nihilist görüşle birleşmektedir. Bu felsefeye göre Tao, tümel birdir; adı, biçimi, maddesi yoktur. Görünmez, işitilmez, elle tutulmaz ve belirsizdir. Değişmez, ama bütün değişmelerin nedenidir. Her şeyin kaynağı ve gayesidir. Buradan anlaşılacağı gibi Tao, varlık değil, hiçliktir. 

2 – Realizm (Gerçekçilik)

 Varlığın insan bilincinden bağımsız, nesnel olarak var olduğunu kabul eden görüştür. Realizm’in  iki  türü  vardır . Bunlar; Ontolojik Realizm ve Epistemolojik Realizmdir .

* Ontolojik Realizme göre; Çevremizdeki varlıklar; Örneğin, tek tek ağaçlar yeşerir, sararır, ölür. Oysa “ağaç” kavramı hiç değişmez. Bu nedenle asıl gerçek olan “ağaç” kavramıdır ve bu da zihnin dışında bir varlığa sahiptir  (Genel kavramların sadece zihinde varlığının olduğunu savunan görüşe Nominalizm – Adcılık denir.)

* Epistemolojik Realizme göre; Dış dünyadaki her şey insan zihninden bağımsız olarak vardır.

B ) “Varlık”ın Ne Olduğu Problemi

1 – Varlık “Oluş” tur

Varlığın oluş olduğunu ilk ortaya koyan Herakleitos’tur. O, doğadaki her şeyin sürekli değişmesinden etkilenir. Bu nedenle değişimi ve oluşu, evrenin temel öğesi olarak kabul eder. Herakleitos’a göre  evren  bir  oluş  içerisindedir. Her  şey  akar. Asıl var olan şey değişmenin kendisidir. “Değişmeyen tek şey değişmenin kendisidir” der. Herakleitos, evreni oluşturan ana varlık nedir? sorusuna, kendisi de sürekli değişim içerisinde olan Ateş’i cevap olarak verir. Herakleitos, “Aynı ırmakta iki kez yıkanılmaz” der. Çünkü ikinci kez girinceye kadar sular akmaya devam etmiştir ve aynı sulara girmek imkânsız hale gelmiştir.

             Whitehead; Varlığın ne olduğunu bilmek ve anlamak için doğaya yönelmek gerektiğini düşünür. Yönelme sonucunda doğanın; mekanik, soyut ve yapay bir varlık olmadığı anlaşılacaktır. Doğa, içinde canlı ve dinamik bir oluş taşır. Doğadaki her şey birbiri ile ilişki halindedir. Her varlık, varlığını bir başka varlığa borçludur. Doğadaki şeyler arasında boşluk ve ayrılık yoktur. Doğada birbirini bütünleyen iki zıt güç vardır. Bunlardan birisi yaratıcılık, diğeri sürekliliktir. Yaratıcılık ve süreklilik doğada dönüşümlü olarak birbirini bütünler. Bu iki özellik, Tanrı’nın varlığını gösterir ve oluş bir Tanrı deneyidir.

2 – Varlık “İdea”dır (İdealizm)

İnsan zihninden bağımsız bir varlığın var olduğunu savunan görüşlerden birisi de idealizm’dir. (İdealizm; varlığın İdea, kavram ya da düşünce cinsinden olduğunu savunan görüştür.)

Buna göre varlık, madde değil, zihne ve düşünceye bağlı olarak var olan şeylerdir.

            Bu görüşü savunan önemli düşünürler ve onların görüşleri şu şekildedir;

I – Platon  

İki ayrı evren olduğu düşüncesinden hareket eder. İçinde yaşadığımız ve duyumlarımızla kavradığımız Duyular evreni ile düşünsel olan, aklımızla kavradığımız İdealar evreni. İdea, hep aynı kalan, akıl ve düşünce ile kavranması mümkün olan, öncesiz, sonrasız, gerçek  varlıklardır. İdealar, duyular evrenindeki varlıklardan önce vardır, onlardan ayrıdır ve onlarda meydana gelen değişikliklerden etkilenmezler. Çevremizde gördüğümüz tüm varlıklar duyusal dünyayı oluşturur. Bunlar, İdeaların kopyalarıdır. İdealar dünyasında değişme olmadığı halde, duyusal evrenindeki her şey sürekli değişir. Çünkü duyular evrenindeki her şey maddi cinstendir. Duyular evrenindeki bütün varlıklar idea’lardan pay alarak var olurlar.

Platon’a göre İdealar kendi aralarında hiyerarşik bir yapıya sahiptir. Hiyerarşik düzen içerisinde bulunan idealara varlıklarını veren ve İdeaların en tepesinde bulunan İyi ideasıdır. Diğer İdealar iyi ideasının altında sıralanırlar. Bütün İdealar, en yukarıda bulunan iyi ideasından pay alarak varlığa gelirler. Duyular evrenindeki nesneler de İdealardan pay alırlar.   

II – Aristoteles

Platon’un idealizmini devam ettirir. Ancak Platon’daki İdea kavramının yerine Form kavramını kullanır. Ona göre dünyadaki her şey Form kazanmış maddedir. İnsanın fiziksel yapısı madde, ruhu ise Form’dur. Madde ve Form bir arada canlı  varlıkları oluştururlar. Sadece Tanrı maddesiz, salt Formdur. Tanrı harekete neden olur. Fakat kendisi hareket etmez. Tanrı, meydana gelen her şeyin son nedenidir. Dünyanın en yüce amacı ve en iyisidir. Maddeyle karışıp bozulmamıştır. İlk neden hareketsiz olduğu için, maddesizdir. Tanrı, madde ve formun ayrı olduğu tek istisnadır.        

III – Farabi

Her şeyin temeline Tanrı’yı koyduğu için idealisttir. Farabi’ ye göre iki tür varlık vardır. Zorunlu Varlık ve Olanaklı (mümkün) Varlık. Zorunlu varlık Allah’tır. Özünü ve varoluşunu hiçbir varlıktan almaz. O; sonsuz, mükemmel, ezeli ve ebedi, maddesi ve formu olmayan varlıktır. Her şeyi bilir, gücü her şeye yeter, saf sevgi ve iyiliktir. Tüm varlıkların var olma nedenidir. Gerçek varlıktır. Onun dışındaki tüm varlıklar olanaklı  varlıklardır. Var olmalarını zorunlu varlığa borçludurlar.

Farabi’ye göre, mümkün varlıklar zorunlu varlıktan akıllar halinde südur ederek (taşarak) varlığa gelirler. Evren, Tanrı’nın sonsuz cömertliğinin bir sonucudur. Evrenin var olup olmaması Tanrı’nın değerine hiçbir şey katmaz. Çünkü Tanrı kendi kendisini düşünerek evrendeki mümkün varlıklara varoluş vermiştir. Eğer bunu yapmasaydı evrendeki varlıklar olmayacaktı. Ama O yine var olmaya devam edecekti.  Zorunlu varlığa en uzak olan  varlık, belirsizlik olan maddedir.

IV – Hegel (Nesnel İdealizm)

Tüm evrenin bir ilkenin, bir ilk temelin kendini açması, belli bir amaca doğru gelişmesi olduğunu savunur. Her şeyin temelinde olan bu ilkeye Hegel Geist (Tin) adını verir. Geist bir tür saf akıl, zihin ya da sadece kavramdır. Geist  sürekli değişim içerisindedir. Bu değişim kendini Diyalektik Yasa ile üç aşamada gerçekleştirir Tez-Anti Tez-Sentez. Sonuçta, sentez  ile  gerçek  varlığa  ulaşılır .

 

3 – Varlık “Madde”dir (Materyalizm)

Var olan her şeyin madde cinsinden olduğunu savunur. Materyalizme göre madde, uzayda yer tutan, somut, nicelik olarak  ölçülen gözlenebilen her şeydir. Materyalizm; mekanik materyalizm ve diyalektik materyalizm olmak üzere iki şekilde karşımıza çıkar.

Mekanik materyalizm, evreni bir makine olarak kabul eder ve evrenin bu makinelerin parçalarının birbiri üzerine yaptığı etkilerle açıklanabileceğini savunur.  Bu düşünürler arasında; Demokritos, Thomas Hobbes ve La Mettrie sayılabilir.

* Demokritos (Atomcu Madde Anlayışı)

Demokritos’a göre her şey, atomlar ve boşluktan oluşmuştur. Varlıklar sonsuza kadar bölünemezler. Bu bölünmenin bir sınırı vardır. Bu sınırda karşımıza kendisini, daha küçük par çalara bölemeyeceğimiz atomlar olarak çıkarır. Boşlukta hareket eden atomlar birleşerek cisimleri meydana getirirler. Ruh gibi madde olmadığı düşünülen şeylerde aslında, atomların birbirleri üzerine yaptığı etkilerden meydana gelir. Düşünsel olarak hiçbir varlık yoktur.

* Thomas HOBBES (Cisimci Madde Anlayışı)

Hobbes’a göre gerçekte var olan her şey, maddenin şekil almış türü olan Cisimlerdir. Atomcuların boşluk fikrine karşı çıkar. “ Boşluk  olursa  hareket  yoktur “ der . Mekanik hareket ancak dolu evrende gerçekleşir. Var olanların tümü cisimseldir. Cisimlerin  özelliği hareket  etmeleridir. Hareket özellikleri ile şekil alırlar. Hobbes, maddeden ayrı bir ruhun varlığını kabul etmez.

* La METTRİE (Makine İnsan)

La Mettrie’ye göre evrendeki her şey maddesel yani cisimseldir. Maddenin dışında bir gerçeklik yoktur. İnsanı bir makine olarak görür ve insanın ruhunun olmadığını kabul eder. İnsan ruhsuz bir makinedir ve mekanik olarak hareket eder. Ancak insan, hayvana göre daha karmaşık bir makinedir. İnsan ne gökten gelmiş ne de topraktan oluşmuştur. Basitten karmaşığa doğru giden evrimsel sürecin bir parçasıdır.

* Karl MARX (Diyalektik Materyalizm)

Marx’a göre her şeyin temelinde madde vardır. Her şey madde ve maddenin hareketinden ortaya çıkmıştır. Ancak maddenin hareketliliği mekanik değil, Diyalektik değişim süreci içerisinde gerçekleşir. Maddenin kendiliğinden gerçekleşen hareketi, doğal ve tarihi her türlü varlığın ve olayın açıklayıcısıdır. Düşünce gibi ruhsal olaylar, beyinde gerçekleşen fiziksel, kimyasal olaylardır. Diyalektik evrendeki her şeyin çatışma içerisinde bulunmasını sağlar. Tarihteki ve doğadaki her varlık kendi zıddını meydana getirir (Tez – Anti tez). Bu zıt kuvvetlerin çatışmasından da her ikisini de aşan bir Sentez meydana gelir.

 

4 – Varlık Hem “Madde”, Hem de “İdea”dır (Düalizm)

DESCARTES varlıkta yapı ve öz bakımından iki farklı ilkeyi  (Madde – Ruh)  kabul eder. Ruh ve madde aynı ölçüde var olan iki ayrı Töz’dür. Madde dünyasındaki her değişme bir harekettir. Hiçbir madde kendiliğinden hareket etmez. Doğaya hareketini veren Tanrı’dır.

 

            5 – Varlık “Fenomen”dir (Fenomenoloji)

 E. HUSSERL’e göre gerçek varlık fenomenlerdir. İnsan bilinci bu Fenomenleri belirler ve onların özünü bilir. Varlık, insan bilincinin bilgi nesneleri olarak vardır. O halde Fenomenler, zihnimizin belirleyip var ettikleri varlıklardır. Fenomenler tek tek algılanan nesneler değil, tek tek nesnelerin ifadesi olan bütünsel kavramlar, onların Öz’ü dür.

BURAK KARLI  
   
NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!